Peygamber Efendimiz(asm) bayramı, “Yeme, içme ve Allah’a zikir günleri” olarak tarif etmiştir.
Kendisi gerek Ramazan gerekse Kurban bayramlarını bu şekilde geçirmiştir. Ümmetine de böyle yapmalarını tavsiye buyurmuşlardır.
“Tekbir getirmek suretiyle bayramlarınızı süsleyiniz.” (Taberani)
Helal kılınan eğlence ve izhar-ı sürur havasının, meşru’ hududu taşmayacak şekilde ileri götürülmesini önlemek maksadıyla bayramın dini yönünü belirtmeye Hz. Peygamber (asm) hususi bir ehemmiyet atfetmiştir. (Kütüb-i Sitte)
Peygamber Efendimiz (asm), bayram sabahı hurma yerdi
Orucunu tatlı bir şeyle açmayı adet edinen Resul-i Ekrem (asm), Ramazan Bayramı'na da tatlı yiyerek ve namaza öyle giderlerdi.
Hz. Enes (ra) anlatıyor: “Resulullah (asm) Ramazan bayramında, sayıca tek olan birkaç hurma yemedikçe namaza gitmezdi.” (Buhari, Tirmizi)
Resulullah’ın (asm) Ramazan bayramı namazına giderken bir şeyler yemesinin hikmetini bazı şarihler: “Kimse namaz kılıncaya kadar oruca devam ediliyor zannetmesin diyedir, sanki bu yanlışlığın yolunu kapamak istemiştir.” şeklinde açıklamışlardır.
Kurban bayramında bir şey yenmemesi esastır. (Kütüb-i Sitte)
Hurmanın tek kılınması Allah’ın birliğine işaret içindir. Resulullah (asm) tek ile teberrük (bereketlenmek) için imkân olan her şeyi tek yapardı. “Allah (cc) tek’tir. Teki sever.” buyurmuştur. (Kütüb-i Sitte)
Peygamber Efendimiz (asm), bayram namazına yaya olarakgiderdi
Hz. Ali (ra) demiştir ki: “Bayram namazına yaya gitmen, çıkmazdan önce bir şeyler yemen sünnettir.”(Tirmizi)
Peygamber Efendimiz(asm), bayram namazına gidiş ve dönüşte farklı yolları tercih ederdi
İbn-i Ömer (ra) anlatıyor: “ Resulullah (asm) bayram namazına giderken bir yoldan gider, dönerken başka bir yoldan dönerdi.” (Ebu Davud)
Hadis, bayram namazına gidiş ve gelişi başka başka yollardan yapmanın müstehab olduğunu ifade etmektedir.
Ramazan ve Kurban bayramları Hicretin 2. yılından ıtibaren kutlanmaya başlanmıştır. Ramazan orucu da ilk defa bu yıl farz kılınmış, bu ayı oruçla geçiren rnü'minler sonraki ayın (şevval) ilk üç gününü bayram olarak kutlamışlardır. Bu sebeple bu bayrama Ramazan Bayramı denmiştir.
"Bu günümüzde yapacağımız ilk şey namaz kılmaktır"(1) mealindeki hadise dayanarak Ramazan ve Kurban bayramları bayram namazlarının kılınmasıyla başlar.
Hz. Peygamber, "Arefe günü, kurban günü ve teşrik günleri biz Müslümanların bayramıdır. Bu günler yeme içme günleridir"(2) buyurmuştur.
Ramazan Bayramım da bu manada bir gün olarak kabul etmiş ve bu bayramı Ramazan orucunun iftar günü olarak nitelendirmiştir.(3) Bu sır içindir ki, Ramazan ve Kurban Bayramlarında oruç tutmak haram kılınmıştır. Bir gün önce oruç bozmak haramken, bir gün sonra oruç tutmanın haram olması, mü'minlerin düşünce ve duygu dünyasında nimetlerin gerçek Sahibini hatırlatan en etkili bir sebeptir.
Herkes bir gün önce kimin emrine uyarak oruç tutuyorsa, bugün de O'nun rızasına uyarak orucunu açar. Ve Onun gerçek nimet Sahibi olduğunu hakkıyla idrak ederek, gerçek bir şükre yol bulur.
Bayram bir aylık orucun toplu bir iftarı olduğu için, günlük iftarların sünnet türünden âdabı bayramda da yerine getirilir. Nitekim orucunu tatlı bir şeyle açmayı adet edinen Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam, Ramazan Bayramına da tatlı yiyerek başlarlardı. Bayram sabahında hurma gibi bir tatlı ile bir aylık oruçlarını açmadan evlerinden ayrılmazlardı. (4)
Her vesile ile bizleri ibadete ve ahiret amellerine teşvik buyuran Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam, yılın iki bayram gecesinde kalkıp ibadet etmeyi tavsiye ederlerdi. Bu gecelerde uyanık bulunmanın, kalbin uyanıklığına vesile olduğunu bildirirlerdi. Bunu bir hadis-i şeriflerinde şöyle ifade etmişlerdi:
"Sevabını Allah'tan umarak iki bayram gecesinde kalkıp ibadet eden kimsenin kalbi, kalblerin öldüğü gün ölmez." (5)
Bayramlar saadet asrında da bambaşka bir hava ve neş'e içinde yaşanırdı. Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam bayram sabahında namazgaha çıkardı. Peygamber hanımlarının da, diğer hanımlar ve kızlarla birlikte namazgaha çıkması istenirdi. Kadınlar cemaatin arka tarafında yer alırlardı.(6) Kılınan bayram namazından sonra Peygamberimizin Aleyhissalâtü Vesselam cemaate hitaben bir hutbe okuduğunu anlatan îbni Mes'ud (r.a.) devamla şöyle der:
"Resulullah Aleyhissalâtü Vesselam üzerine şehadet ederim ki, o namazı hutbeden önce kıldı. Sonra hutbe okudu. Daha sonra kadınlara işittiremediğini düşünüp onların yanına geldi. Onlara hatırlatmalarda bulundu. Ve şu ayeti okudu: “Ey Peygamber! İnanmış kadınlar Allah’a hiçbir şey ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleri ve ayakları arasında uydurdukları iftira ile gelmemek, iyi işlerde sana isyan etmemek konusunda biat etmeye geldikleri zaman, biatlerini kabul et ve onlar için af dile! Şüphesiz ki Allah, Gafûr ve Rahîm’dir.” Sonra:
– Bütün bunlar üzerine biat eder misiniz? diye sordu. İçlerinden biri:
– Evet Yâ Resûlallah! dedi. Allah Resûlü (a.s.m.):
– Sadaka verin! buyurarak onları zekât vermeye teşvik etti. Onu dinleyen hanımlar kulaklarındaki küpeleri, kollarındaki bilezikleri çıkarıp ne kadar yüzük gerdanlık varsa onları çıkardılar. Bilâl-i Habeşî elbisesini yere serdi:
– Anam babam size feda olsun bağışlarınızı getirin diye seslendi. Hanımlar bileziklerini, küpelerini, yüzüklerini Bilâl-i Habeşî’nin elbisesinin üzerine koymaya başladılar. Elbise takılarla doldu. Allah Resûlü (a.s.m.) bayram bittikten sonra orada durmayıp evine ailesinin yanına döndü.” (7)
– Evet Yâ Resûlallah! dedi. Allah Resûlü (a.s.m.):
– Sadaka verin! buyurarak onları zekât vermeye teşvik etti. Onu dinleyen hanımlar kulaklarındaki küpeleri, kollarındaki bilezikleri çıkarıp ne kadar yüzük gerdanlık varsa onları çıkardılar. Bilâl-i Habeşî elbisesini yere serdi:
– Anam babam size feda olsun bağışlarınızı getirin diye seslendi. Hanımlar bileziklerini, küpelerini, yüzüklerini Bilâl-i Habeşî’nin elbisesinin üzerine koymaya başladılar. Elbise takılarla doldu. Allah Resûlü (a.s.m.) bayram bittikten sonra orada durmayıp evine ailesinin yanına döndü.” (7)
Bu hadiseyi anlatan sahabilerden biri, "Kadınların bu verdikleri Ramazan Bayramı zekatı mı idî?" sualine şöyle cevap verdi: "Hayır, lakin o vakit verdikleri bir sadaka idi. Kadınlar yüzüklerini atıyor ve atıyorlardı."(8)
Aynı olaya işaret eden Ebu Saidi'l-Hudri de (r.a.) bayram gününde en çok sadaka verenlerin kadınlar olduğunu anlatır.
Ramazan Bayramı, bağışlanmış olmanın bir sevinç işaretidir. Bu bağışlanma müjdesini insanlara melekler veriyor.
Sa'd bin Evs el-Ensârî anlatıyor: Resulullah Sallal-lahü Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur.
Ramazan Bayramı sabahı melekler yollara dökülür ve şöyle seslenirler: "Ey Müslümanlar topluluğu! Keremi bol olan Rabbinizin rahmetine koşunuz. O, bol iyilik ve ihsanda bulunur. Sonra onlara bol bol mükâfatlar verilir. Siz gece ibadet etmekle emrolundunuz ve emri yerine getirdiniz. Gündüz oruç tutmakla emrolundunuz, orucu tuttunuz ve Rabbinize itaat ediniz, mükâfatınızı alınız.
Bayram namazını kıldıktan sonra bir münadi şöyle seslenir:
"Dikkat ediniz, müjde size! Rabbiniz sizi bağışladı, evlerinize doğru yola ermiş olarak dönünüz. Bayram günü mükâfat günüdür. Bugün semâ âleminde mükâfat günü olarak ilan edilir."(9)
Bayram günleri sevinç günleri olduğu için, bu sevincin açıkça gösterilmesine vesile olacak meşru oyun ve eğlencelere de müsaade edilmiştir. Bu hususta Müslim'de ayrı bir bab ayrılmış ve misaller verilmiştir. Bunlardan birinde Hazret-i Âişe (r.a.) şöyle anlatır:
"Bir grup Habeşli, bir bayram günü mızrak ve kalkanlarıyla gösteriler yaparken rakseder gibi oynuyorlardı. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam beni çağırdı. Başımı onun omuzuna dayadım. Bu vaziyette onların harp oyununa bakmaya başladık. Ta onlara bakmaktan ilk vaz geçen ben oluncaya kadar."(10)
Nitekim büyük cemaatler halinde kılınan bayram namazları esnasında getirilen tekbirler, gafletin giderilmesine ve şükür vazifesinin yerine getirilmesine en büyük bir vesiledir. Sadece bir ülke halkının değil, yeryüzünde sayısı milyarlara varan Müslümanların hep beraber aynı anda tekbir getirdiklerini hayal ettiğimizde, karşımıza çıkan muhteşem tablo, bayramlarımızı kâinat çapında bir manaya kavuşturur. O anda adeta yeryüzü tek bir ağız olur, tekbir getirip namaz kılar gibi bir hale bürünür. Misâl âleminde birleşen o seslerin bir anda yeryüzünden yükselişi, adeta muhteşem bir koro halinde dünyamızın göklere doğru tevhidi haykırmasıdır.
Bu muhteşem manaların yaşandığı bayram günlerinde küçük meselelerden çıkan kırgınlıkların, dargınlıkların ne önemi olabilir? Onun için bayramda her mü'minin kardeşleriyle kardeşlik sözleşmesini yenilemesi, kuvvetlendirmesi, fakirlerin yardımına koşması, çocuklarını sevindirmesi lazımdır ki, o manalar yaşanan hayata geçsin.
Bayramların asıl süsü ve zineti tekbirlerdir. Getirilen her tekbir ruh ve gönüllerde manevi coşkuyu ve heyecanı canlandırır. Kulu, Rabbinin azameti karşısında yüce duygulara taşır.
Ebû Hüreyre anlatıyor: Resulullah Resulullah Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur: “Bayramınızı tekbir getirmek suretiyle süsleyiniz.” (12)
Bayramlara sünnet çerçevesinde hazırlanmak bu âdeti de ibadet haline getirir, bu sevinç günlerini biri iman şuuru içinde geçirmeyi temin eder.
Bunun için sünnette yer aldığı gibi bayrama önceden hazırlanmak, temiz ve güzel elbiseleri giymek, gusletmek, misvak kullanmak veya dişleri fırçalamak, güzel kokular sürünmek, güler yüzlü olmak, namazdan önce Ramazan Bayramında hurma vb. tatlı bir şey yemek bugünlerimize ayrı bir mana kazandırır.
Asıl itibariyle fıtır sadakası olarak bildiğimiz fitre de bayram günü verilir. Ramazan ayı içinde verilmemişse fitrenin de o gün verilmesi gerekir. Zaten Ramazan Bayramının hadislerde geçen adı "ıydü'I-fıtr", yani Fıtr Bayramı demektir. Yaratılışın gereği olan kulluk görevleri yapıldığı için bu adı almıştır.
Bayramların en güzel şekli tanısın tanımasın mü'minlerin tokalaşarak, kucaklaşarak birbirleriyle bayramlaşması, bayramlarını kutlaması ve tebrikleşmesidir. Saadet Asrında Sahabiler birbirleriyle "Bârekâllâhü lenâ ve leküm" diyerek bayramlaşılardı, yani "Allah bizden de, sizden de kabul etsin" dedikleri rivayet edilir. Bu tebrikleşme bizim dilimizde "Bayramınız mübarek olsun, bayramınızı kutlu olsun, hayırlı bayramlar" gibi sözlerle ifade edilir.
Kaynaklar
1) Buhârî, İdeyn: 3; Müslim, edâhi: 7.
2) Ebu Davud, Savm:50; Tirmizi, Savm:59; Nesai, Menasik:195.
3) îbni Mace, Sıyam: 32.
4) A.g.e., Sıyam: 49.
5) A.g.e., Sıyam: 67.
6) Müslim, Selatü'l-İdeyn: 11.
7) A. g .e., Salatü'l-İdeyn, 2.
8) A.g.e., Salatü'l-İdeyn, 3.
9) el-Tergîb ve't-Terhîb Trc. 2:332.
10) Müslim, Salatü’l-İdeyn, 20.
12) et-Tergîb ve't-Terhîb Trc. 2:332.
2) Ebu Davud, Savm:50; Tirmizi, Savm:59; Nesai, Menasik:195.
3) îbni Mace, Sıyam: 32.
4) A.g.e., Sıyam: 49.
5) A.g.e., Sıyam: 67.
6) Müslim, Selatü'l-İdeyn: 11.
7) A. g .e., Salatü'l-İdeyn, 2.
8) A.g.e., Salatü'l-İdeyn, 3.
9) el-Tergîb ve't-Terhîb Trc. 2:332.
10) Müslim, Salatü’l-İdeyn, 20.
12) et-Tergîb ve't-Terhîb Trc. 2:332.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder