15 Temmuz 2016 Cuma

Müslüman Gencin Evliliği

Yazar: Raziye Nur Özköse


“Ey insanlar sizi tek bir nefisten yaratan, ondan eşini yaratan ve her ikisinden birçok erkek ve kadın türetip yayan Rabbinizden korkup sakının. Ve (yine) kendisiyle, birbirinizle dilekleştiğiniz Allah’tan ve akrabalık (bağlarını koparmak)tan sakının. Şüphesiz Allah, sizin üzerinizde gözeticidir.” (Nisa-1)
A’raf  Sûresi 189. ayette de;
“Allah, sizi bir tek nefisten yaratan ve kendisi ile huzur bulsun diye eşini de ondan var edendir.” buyuruyor Rabbimiz…
İlk insanın imtihana başlama süreciyle başlayan ve kıyâmete dek de var olacak bir serüvenin hikâyesi bu…

Erkek ve kadının hikâyesi…

Önce Hz. Adem’i görüyoruz ilk insan olarak, yanında eşi ile… Beraber hata yapan; unutan bir insan olarak. Ama aynı zamanda beraber pişman olan ve beraber tövbe eden Rablerine.
“Ey Rabbimiz! Biz nefislerimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen, mutlaka hüsrana uğrayanlardan oluruz.” (A’raf- 23)  nidası ile…
Sonra, sırası ile peygamberler en güzel örnek olarak sunuluyor bizlere. Kiminin iman ve tevhid davasında, en yakını olan eşi karşı tarafta, kiminin ise, en büyük destekçisi olarak yanıbaşında…
Ama her hâlükârda peygamberler hep hayatın içinde, hep bizden biri. ‘Çarşılarda dolaşan, yemek yiyen ve evlenen.’ Bizlere en güzel örnek olabilmek için…
Dünya imtihanının başlangıcından itibaren nice devirler, nice toplumlar geçti. Farklı kültürler, farklı ülkeler, çeşit çeşit insanlar…
İnsanın kullandığı âletler, yaşadığı çağ değişse de, insanın fıtratı, eğilimleri, korkuları, hüzün ve sevinçleri, temel ihtiyaçları aslında hep birdi…
Ve insan; hangi dünya görüşüne sahip olursa olsun, maddi düzeyi, ilim seviyesi, ülkesi, şehri veya köyü neresi olursa olsun, tek yaşayamayan, kendisini tamamlayan bir eşe ihtiyacı olan bir varlık…
İnsanın, hayatı verimli ve anlamlı bir şekilde yaşaması için en uygun, en mükemmel ilkeler, şüphesiz yaratıcısı Allah tarafından belirlenmiştir. Çünkü insanın bilgi ve tecrübeleri sınırlı olup, hayatın her alanını kuşatacak bir kapasitede değildir. İnsan, Rabbinin belirlediği kurallar çerçevesinde kaldığı sürece, hayat her yönüyle anlam bulacak, böylece en olumsuz durumlardan bile mutluluk tabloları çıkarma imkânı olacaktır.
Hepimizin bildiği üzere, sadece insan değil, kâinattaki hayvandan-bitkiye, canlıdan-cansıza her şey çift olarak yaratılmıştır. Ve çiftlerden her biri, bir diğerine muhtaçtır.
İnsan ise, diğer yaratılmışlardan farklı olarak, hem maddi, hem manevi olarak bu ihtiyacı hisseder. Hem bedenî, hem ruhî olarak…
İnsan; anne, baba, kardeş, eş, çocuk, akraba ve arkadaşa ihtiyaç duyar ve her birini ayrı ölçülerde sever, her biriyle ayrı bir iletişim kurar. Fakat Kurân; sükûn ve huzur kaynağı olarak sadece ‘eş’ ten bahsetmiştir.
 “Kendileri ile huzur bulasınız diye, sizin için, sizin ile aynı özden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır.”  (Rum-21)
 Modern dönemde insanların yokluğunu en çok hissettikleri, varlığına en çok ihtiyaç duydukları ve bunun yansıması olarak en çok telaffuz ettikleri kelime ‘huzur’dur. Birey, aile ve toplum açısından huzurun bulunmadığı bir hayatın ıstıraptan öte bir anlam taşımayacağı muhakkaktır.
Kur’an’da kendisinden yararlanma şekline bağlı olmak kaydıyla, insanın beraber olduğunda sükûna kavuşmasını sağlayan faktörlerin; eş, gece ve ev olduğunu görmekteyiz. Fakat sadece eşin erkeklik veya dişilik özelliği, gecenin karanlık olma özelliği ve evin mimari özelliği ile bu huzur ve sükûnu sağlamayacağı, ancak bunların yanısıra sahip olması gereken bir takım özelliklerle birlikte huzuru sağlayacağı bilinmelidir.
Eşlerin sükûn olması ile ilgili iki ayette de, kendisiyle huzur elde edilen kişinin müennes zamiriyle ifade edilmesi, kadının erkek için huzur ve sükûn kaynağı olduğuna işarettir, diyor kimi âlimler. Erkeğin kadın için bir sükûn unsuru olmayacağı anlaşılmasa da, dışarıda büyük meşakkatlerin omuzlarına yüklendiği, ağır-hafif birçok işle meşgul olan, büyük-küçük meşakkatlerle muzdarip olan erkeklerin ancak eşlerinin huzurunda karar kılabileceği ve istirahat edebileceği anlaşılabilir.
Bu durumda, erkeğin ailesine yorgun döndüğü, ailesinde sükûn bulamadığı, aksine eşini ve sakinleşeceği mekânı daha da yorucu ve kederini arttırıcı bulduğu bir durumda, kadın sükûnun ne anlama geldiğini öğrenmeli ve hayatın düzelmesi için kendi görevlerini yerine getirmelidir.
Gündüz hareketli olan her şeyin geceleyin sakinleşmesinden veya her canlının kendisine sığınmasından dolayı da gece için ‘seken’ ifadesi kullanılmıştır.  Bedenin sükûnu, gündüz işlerinin yorgunluğundan dolayı dinlenmektir. Ruhun sükûnu ise düşüncelerin sakinleşmesidir.
Yine sükûn kaynağı olarak bahsedilen ev, sadece mimari yapı, dekorasyon ve mefruşat ile değil, içlerinde bulunan eşler ve diğer aile fertleri ile huzur ve sükûnu sağlayan bir unsurdur. Diğer bir ifadeyle, evin sağlayacağı huzur ve sükûn sadece sığınma, barınma, sıcak ve soğuktan korunma yönüyle değil, eşler ve aile fertlerinin içerisinde kulluk adına icra ettikleri faaliyetlerle sağlanan huzur ve sükûndur.
 “(Bu nur,) Allah’ın, onların yüceltilmesine ve isminin zikredilmesine izin verdiği evlerdedir; onların içinde sabah akşam O’nu tesbih ederler.” (Nur-36)
 “Musa ve kardeşine (şöyle) vahyettik: “Mısır’da kavminiz için evler hazırlayın, evlerinizi namaz kılınan (ve kıbleye dönük) yerler yapın ve namazı dosdoğru kılın. Mü’minleri de müjdele.” (Yunus- 87)
  Ev, kimi zaman susuz bir araziye kurulmuş bir çadır da olabilir, nice güzel dertlerle kurulan…   Şu olmazsa olmaz, bu olmazsa olmaz diye değişen lüks kriterlerimize rağmen, namaz olmazsa olmaz, kıyam olmazsa olmaz diyen İbrahim peygamber gibi.
  “Rabbimiz, gerçekten ben, çocuklarımdan bir kısmını Beyt-i Haram yanında ekini olmayan bir vadiye yerleştirdim; Rabbimiz, dosdoğru namazı kılsınlar diye (öyle yaptım)…”  (İbrahim-37)
 Kur’an’da karı-koca için kullanılan ‘zevc’ terimi, sadece iki kişiden müteşekkil bir çift değil, aynı zamanda çifti meydana getiren kişilerden her biri, yani ‘eş’ anlamına gelir. Dolayısıyla bu ikilinin temel özelliği, birbirinden farklı rolleriyle bütünleşerek birisi diğerinin ayrılmaz parçası haline gelmesi, birisi olmadan diğerinin anlamsızlaşması ve diğerinin yerini dolduramamasıdır.
İslam, kadını bir bütünün parçası olarak görür. Ne erkek kadınsız tamdır, ne de kadın erkeksiz… Kadın ve erkekten oluşan eşleri, bir çift ayakkabı örneğiyle tahlil edecek olursak, kadın mı üstün, erkek mi? gibi bir soru anlamını yitirir. Sol ayakkabıyı sağ ayağa, sağ ayakkabıyı sol ayağa giydiğiniz zaman, hem ayağa hem de ayakkabıya zulmetmiş olursunuz. Bunların birbirine üstünlük iddiası sadece anlamsız ve komik kaçar. Evet, yan yana koyduğunuzda eşittirler. Eşitten de öte eştirler. Fakat bu eşler birbirine eşit olsa da, birbirinin tıpkısı ve aynısı değildirler. Farklıdırlar, birbirinin yerini tutmayan, fakat birbirini tamamlayan eşlerdir.
Kadın ve erkek, yaratılışlarındaki mükemmel âhenk sayesinde, her birisi diğerine mükemmel bir eş olur ve her birisinin fiziksel ve psikolojik ihtiyaçları tam anlamıyla diğerinin fiziksel ve psikolojik ihtiyaçlarına karşılık gelir.
Rum Sûresi 21. ayette geçen ‘rahmet’ ve ‘meveddet’ ifadelerinin, eşlerin beraberliğindeki huzur ve sükûnda belirleyici bir rol oynadıklarının vurgulandığı da anlaşılmaktadır.
‘Meveddet’ daha çok gençlik, ‘rahmet’ ise, yaşlılık dönemlerinde öne çıkan bir duygu şeklidir. Meveddet’de, kişinin genellikle kendini düşündüğü bir sevgi türü ağır basarken, rahmet’te karşı tarafın ihtiyaçlarını önceleyen bir ilgi türü söz konusudur.
Allah sadece sevgiyi bağ olarak belirlememiş, meveddet ve rahmeti birlikte bağ olarak belirlemiştir. Çünkü yalnız başına sevgi, şehvetin tutuşturduğu ve çoğu zaman evlendikten sonra sönen, bedene ait bir duygu olup, ilişkilerin devamı için elverişli olmayan temellerden ve evlilik hayatındaki sabit olmayan unsurlardan birisidir. Rahmet ve meveddet’e gelince, her ikisi de ruhsal bağlardır.
Ailede eşler arasında, Allah’ın istediği şekilde rahmet ve meveddet esasına dayalı ilişkiler, eşlerin birbirinden istediklerinin gönülden ve fazlasıyla yapıldığı, her birinin diğerinin davranışlarını olumlu tarafından bakarak değerlendirdiği, karşılıklı hoşgörünün bir lütuf veya fedakârlık değil, asli görev telakki edildiği huzur ortamını oluşturur. Sonuçta böyle bir ortam, eşlerin birbiriyle beraberliğine varıncaya kadar, küçük-büyük bütün davranışlarını ibadete dönüştürür.
Bedende başlayıp, bedeni aşan ve ruhu kucaklayan bir sevgidir, mü’minin ailesinin temelini oluşturan. Görüntüye takılıp kalmayan, hastalıklı zihniyetin yüzden öte yüreği göremediği bir çağda, çoğunluğun temelsiz ölçülerini elinin tersiyle iten, fıtrata uygun, kalple, ruh ve bedenle uyumlu, duygunun ve idealin dengeli bir şekilde yürütülmesidir.
 “Onlar sizin için birer elbise, siz de onlar için birer elbisesiniz.”  (Bakara-187)
Elbise; barınaktır…
İbn-i Abbas elbise kelimesini; ‘onlar sizin için, siz de onlar için birer meskensiniz. Mesken nasıl insanın barınağı ise, kadın erkek için, erkek de kadın için karşılıklı bir barınak gibidir. Birbirlerini korurlar.’ Şeklinde yorumlamıştır.
Kişi eşini haramdan koruyan ve onu helal sınırları içinde barındıran bir örtüdür. Nasıl ki elbise vücudu örtüyorsa, eşler de birbirlerinin eksiklerini örtüp karşılıklı yardımlaşmaktadırlar.
Ayet-i kerime çok zarif bir ifadeyle eşler arasındaki ilişkinin karakterini ortaya koymaktadır. Elbise ve örtü nasıl soğuk ve sıcaktan korur, sırları ve kusurları örterse, eşler de aynen böyle olmalılar.
Örtü, geceyi simgeler. ‘Birbirinizin sırrını, ayıbını, açığını deşifre etmeyin, aksine birbirinizi gece karanlığı gibi örtün.’ Anlamı da çıkartılabilir.
Ayrıca bu ayette evliliğin önemine de bilhassa işaret vardır. Öyle ki bir kimsenin eşinin olmaması durumu, elbisesizliğin yani çıplaklığın verdiği rahatsızlık hissiyle birlikte tarif edilmiştir. Erkek kadınla, kadın erkekle örtünür, korunur, eksiklerini tamamlar ve mahremiyetini muhafaza eder.
İnsan elbisesiyle çok yakındır. Eşler de öyle; başkaları aralarında olup bitenden haberdar olmamalıdır.
Elbise insanın vücudunu sıcak tuttuğu gibi, eş de evi sıcak tutmalı, onun bulunmasıyla aile sıcak bir yuvaya dönüşmeli.
Elbise insan için süs ve ziynettir; eşler de birbirleri için ziynet olmalı.
Eşler birbirleri için karşılıklı elbisedir, denmiş; yani üstünlük yok.
İnsan kendi istediği, beğendiği, sevdiği ve üzerine uygun olan elbiseyi aldığı gibi, evlenecek olanlar da, eşlerini başkalarının zoruyla seçmemeli, istemeyerek ve uygun olmayan bir kimseyle evlenmemelidir.
Teknolojinin ve birçok değişimin hızla olduğu bu çağda, imkânlarla birlikte tabi ki imtihanlarda o ölçüde artmış bulunuyor. Anlık iletişimlerin sağlandığı, günahların alenileştiği, bataklıkların her yanı sardığı bu zamanda, sokakların hali içler acısı…
Ve biz bu dönemde; bizleri Allah’a yaklaştıracak, O’na götüren yolda yol arkadaşımız, adımlarımız olacak, düştüğümüzde bizi kaldıracak, unuttuğumuzda bize hatırlatacak, huzur ve sükûn kaynağı, göz aydınlığı eşlere çok daha fazla ihtiyaç duyuyoruz.
Biliyoruz ki, öncelikle kendimizle başlayan, sonra eş ve çocuklarla devam eden bir inşâ süreci bizden istenen…
Evlerimiz Rabbimiz’in nuruyla aydınlanmazsa, sokakların ve toplumların aydınlanması mümkün değil.
Ve biliyoruz ki, ağır ve zor bir görev bu; Adım adım, an an dikkatle, sabır ve sebat ile sürdürülmesi gereken…
Öncelikle fikirlerimizde oluşan tahribatın düzeltilmesi gerekiyor. Eğer fikrimiz doğruysa, eylemlerimizin o yöne yönelmesi kolaylaşacaktır çünkü.
Rabbimiz bizden ne istiyor, bizim nasıl olmamızı istiyor? Sorusunu doğru cevaplandırmamız gerekiyor.
Erkek ya da kadın; takva sahibi bir kul, ama aynı zamanda kendisine özel olarak yüklenen sorumlulukların bilincinde, ondan razı ve severek onları yerine getiren birer fert…
Maalesef günümüzde, ya evliliğe ve onun getirdiği sorumluluklara soğuk bakan gençler, ya sorumlulukları yanlış öğretilenler veya da bir Müslüman için amacı ve önemi çok daha büyük olmasına rağmen, evliliğin anlamının içini boşaltanları görüyoruz.
Bir davetçi modern zihniyette yanlış anlaşılan evliliği şöyle tanımlıyor;
“Modern zihniyette -Müslüman veya Müslüman olmayan- evlilik, aşk, hayat arkadaşı olma, kadın ve erkeğin birlikte olma fikri; temelde flört etmekle aynı olduğu için çoğu zaman evlendiğinizde duvara tosluyorsunuz.
Flört ise, eğlenebildiğin kadar eğlenip, bir zorlukla karşılaştığında çekip gitmek demektir. Buna flört deniyor. Yani, evlilikle ilgili meseleleri düşündüğümüz zaman flört gibi olan yönlerini düşünüyoruz. Ama evlilikte flörtten daha fazlası var. Faturalar, ev işleri… Başka bir insanla yaşamayı öğrenmek zorunda kalıyorsunuz, ki bu çok zor bir şey. Siz işleri kendi istediğiniz gibi yapıyorsunuz. O ise kendi istediği gibi. Havlu yanlış yerde asılı… Diş fırçaları farklı bir yerde.. Kahvede biraz fazla şeker var… Küçük şeyler böyle böyle birikmeye başlıyor. İlk başta “Onu çok seviyorum, bir şey demeyeceğim, katlanabilirim.” dersiniz. Ama birkaç yıl sonra hepsi birikir ve “Yine mi fazla şeker!?” demeye başlarsınız. Bunlar gittikçe üst üste yığılır. Bu flörtte olmaz çünkü bir kızdan sıkıldınız mı diğerine geçersiniz. Ya da o sizden sıkılır ve “Seninle uğraşmak istemiyorum artık, ben yokum.” der. Yani direkt çekip gidilir.
Ama evlilik ciddi bir bağlılıktır. Kuran’da kullanılan terimler çok güçlü/derindir. el-Muhsenat, el-Muhsinin. “İhsan” kelimesi Arapçada birini kalenin içine koyma anlamını taşır, askeri kamp gibi. Şöyle ki, dışarıda düşmanlar var ve eğer bu askeri kampın içindeysen güvendesin demektir. Yani kadınlar, koruma amacıyla, bu kampın içine konulmuş olarak tanımlanıyor. Peki onları kim koruyor? Eşleri. Her şeyden koruyorlar. Üzüntüden, zorluklardan, hayâsızlıktan. İlim açısından da, onları koruyor, eğitiyor. Onları her yönden koruyor. Ve evlenmek isteyen kişiyi Allah, مُّحْصِنِينَ غَيْرَ مُسَافِحِينَ (Nisa/24) olarak tanımlıyor. Onlar, kadınları bu kalenin içine alıp, onları korumak ve aile kurmak isteyenlerdir; kendilerini tatmin etmek isteyenler değil. غَيْرَ مُسَافِحِينَ  “Musafih”, hormonlarına hâkim olamayan, sadece arzularını tatmin etmek amacıyla evlenmek isteyen biri demektir. Böylelikle Allah, evlilikle ilgili düşünce şeklimizi değiştiriyor. Eğer doğru sebeplerle evlenirseniz, o zaman eşinizle sağlıklı bir ilişkiniz olur. Eğer yanlış sebeplerle evlenirseniz, o zaman perişan bir evliliğiniz olur ve asla tatmin olamazsınız.
Niyet; aile kurmak, Allah’ın rızasını kazanmak, toplumdaki iyiliği arttırmak olmalı.” (Nouman Ali Khan)
Evliliği yanlış değerlendirmenin bir başka yönü de, hayattan kopuk, gerçeklikten uzak aşırı idealize edilmiş bir evlilik beklentisidir. Bir iş ortaklığı ya da karşılıklı araştırma yapan bir akademisyen resmiliğinde kurulan bir evlilik, günde saatlerce beraber ilim öğrenileceği hayali, herşeyin cetvelle çizilmişçesine kesin ve esnemez çizgileri olacağı düşüncesi de, hayatın dışında ve fıtrata aykırı bir evlilik şeklidir.
Oysa erkek gün boyu dışarıda helal bir kazanç için, sorumluluğunun bilincinde olarak yorulur, evin hanımı ise evin düzeni, yemek ve çocuklarının her türlü ihtiyacını karşılamak için neredeyse zamanının çoğunu harcar. Evet, Müslüman bir aile daha kuruluş niyeti itibarı ile bile, diğer ailelerden farklıdır. Zamanlarını boşa harcamaz, gereksiz harcamalarda bulunmaz, ellerine geçen her fırsatta hem kendi ilimlerini artırmaya, hem çevrelerine örnek ve yararlı olmaya çalışırlar. Ama kimi zaman gece uyutmayan bir bebekle sabahlarken, kimi zaman günlerce kitaplarına hasret kalırlar. Gün olur; sayfalarca sabrı tavsiye eden yazılar okumak yerine, sabrı bizzat yaşamaya bırakılırlar. Fırsat bulur saatlerce sohbet edip, ders yaparlar kimi zaman, kimi zamansa küçük çocukların yoğunluğunda namazlarını cemaatle kılabildiklerine şükrederler. Hayatın tam içinde, ama hayata, evliliğe, anne, babalık ve eşliğe en güzel anlamları yükleyerek yaşarlar.
Evliliğe bir anlam yükleyen Müslüman gençlerimizin problemlerine gelirsek; en çok sorumluluklar alanında sorunlar olduğunu görebiliriz.
Erkeğin görevi nedir?
Ve bayanın görevi nedir?
Kimi zaman sorumlulukları yanlış bilmek, kimi zaman da onlara alışmamış olmak sorunlarıyla karşılaşıyoruz.
Aile ve evlilik tüm insanların ortak dertleri gibi gözükse de, biz Müslümanları birebir daha çok ilgilendiriyor…
Allah bilinci olmayan bir kimse, aile kurmadan da kimi ihtiyaçlarını giderebilir veya fıtrat olarak aile kursa da, bu sağlam temellere dayanmaz.
Ama bizim, biz Müslümanların tek kalemiz; aile…
Sığınağımız, günahlardan kaçışımız, cemaat olarak Allah’a yönelişimiz…
Ve bir genç, ister üniversiteler bitirsin, ister senelerce İslami ilimler alsın, mutlaka yapması gereken en önemli görevi; annelik, babalık ve eşlik…
Ve bu aslî görevine birçok gencimiz maalesef hazırlıksız yakalanıyor…
Müslüman bir genç kız; huzur ve sükûn kaynağı bir eş adayı, göz aydınlığı çocuklar yetiştirecek bir anne adayı, yani toplumu değiştirecek bir öğretmen adayı olarak, kendini çok yönlü yetiştirmelidir.
Zorluklara karşı sabırlı, kimi yokluklara karşı dayanıklı olmayı ahlak edinmelidir. Güçlü; sorumluluklarını yerine getiren, en ufak bir zorlukta pes etmeyen, ama narin, zarif ve merhametli olmalıdır.
Bu çağda genç kızlarımızın çoğunlukla; ‘güçlü olmalısın, kendi ayaklarının üzerinde durmalısın’ diye, erkeklerin görevleri kendilerine yüklenerek erkeksileştirilip, ellerinden zerafetleri alınırken, aynı zamanda da kendi fıtratlarına uygun ev işlerine karşı gayet beceriksiz, her şey kendisine zor gelen, iki misafiri ağırlayamayan, bir- iki çocukta bunalıma giren, çıt kırıldım tipler olarak yetiştirildiğini görmekteyiz.
Evde yapılan işleri küçük görerek, dışarıya yönlendirilen kızlar, geleceğin nesillerini, yavrularını başkalarına emanet ederek, hem asıl görev ve sorumluluklarını yerine getirmemiş, hem de geleceğin gençlerini anne sevgisinden ve İslami değerlerden mahrum bırakmış olmaktadırlar.
Oysa Müslüman bir anne bilir ki; Allah rızası bilinci ile, vaktin kıymetini bilerek yaptığı her eylem asla boşuna ve gereksiz değil, her biri sağlam yapılar kurarken kullanılan birer tuğladır.
İç dünyasında Allah rızası bilincini oturtan bir genç kız, eş olduğunda da, anne olduğunda da ne yapması gerektiğini bilir. Onun asla boşa geçirilecek vakti yoktur. Evet, belki artık eskisi gibi sayfalarca kitap okuyamaz, ama okuduklarını yaşaması için fırsatlar çıkar.
Eşini günahlardan koruyan bir sükûn kaynağı olduğunun bilinci ile güleryüzlü olur, görevlerini yerine getirir, evinin içini Allah’ın ayetlerinin yaşandığı bir mekân haline getirir.
Dışarılarda her türlü günahlarla daha çok muhatap olan erkeklere Allah’ı hatırlatan, çirkin hayâsızlıklardan kaçınılıp sığınılan, huzur dolu bir ev sunar.
Anne olunca, kendisine emanet edilen yavrularıyla sorumluluğunun daha da fazla arttığını bilir. Yiyip- içtiğinden, konuşup dinlediğine kadar her şeye çok daha fazla dikkat eder. Bilir ki o artık her yaptığıyla bir örnektir, bir eğiticidir.
Bulduğu her fırsatta yeni bir şeyler öğrenmeye ve yavrularına öğretmeye çalışır, Müslüman bir anne. Ve aslında sadece kendini ve çocuklarını değil, bir toplumu eğitmeye başlamıştır adım adım…
Komşusu, akrabası, arkadaşı…
Kimi zaman parkta çocuğunu oynatırken konuşur, anlatır çevresindekilere.
Kimi zaman evinde dersler yapar…
Hasta ve bakıma muhtaç bir büyüğüyle ilgilenir oflanıp- puflamadan, sorumluluktan kaçmadan.
Çocukları küçüktür, her yönüyle ilgisine muhtaçtırlar, bir müddetliğine derslerine ara verir, araştırmalarını sonraya bırakır…
Ama yapması gerekeni yapar. Müslümanca bir duruş sergiler…
Uykusu- uyanıklığıyla, yemesi-içmesiyle, giyinmesi- gezmesiyle, evini döşemesi- gündemiyle, tüm insanlığa etkili bir örneklik sergiler.
“Şüphesiz, müslüman erkekler ve müslüman kadınlar, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, gönülden (Allah’a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah’a) itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla (Allah’tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah’tan) korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah’ı çokca zikreden erkekler ve (Allah’ı çokca) zikreden kadınlar; (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır.”  (Ahzab 35)
Eş Seçimi:
Farkında olunmayabilen içteki kimi niyetler, savunulan ve içselleştirildiği zannedilip sadece sözde kalan kimi fikirler, evlilik öncesi eş seçiminden düğün hazırlıkları ve ev döşemesine kadar birçok aşamada ortaya çıkabilir.
Elden geldiğince her daim niyetler halis tutulmalı ve kolayca dünyaya aldanılabilen bu hassas durumlarda, sürekli hatıra; dünya nimetlerinin şatafatına rağmen Allah ve Rasulünü ve ahireti tercih eden mü’minlerin annelerini getirmeli ve doğru kararlar alınmalı.
Eğer gönülden samimi olunursa, Allah her konuda hayırlarla karşılaştıracak ve işleri kolaylaştıracaktır.
Müslüman bir genç kıza evlilik için talip olan kişi, yakınları tarafından dikkatlice araştırılmalı, ahlaken ve denklik olarak soruşturulmalıdır.
Müslümanların binlerce ayrı fikirlere bölündüğü günümüzde, temel konularda birlik, ahlakta güzellik ve denklikte de bir problem olmadıkça, ayrıntı konulardaki fikir ayrılıklarına takılmamalıdır.
Niyet; aile kurmak, Allah’ın rızasını kazanmak, toplumdaki iyiliği artırmak olduğu müddetçe, bazı konulardaki farklı görüşleri kişilere karşılıklı anlayışlı olmayı, bakış açılarını değiştirebilmeyi, geniş ufuklu olmayı öğretebilir.
Evlilik ve düğün öncesi hazırlığa gelirsek; toplumda çok farklı gelenek ve âdetler, çoğu zaman vakit ve para israfına varan gereksiz hazırlıklar, evlilikleri zorlaştırabilir.
Müslüman bir kimse ise, hem kolaylaştırıcıdır, hem de israftan ve lüksten uzak bir hayatı, yaşamının her alanında tercih edendir.

Müslüman bir genç kızın en güzel çeyizi; güzel ahlâkı, iffet ve hayâsı, ilmi, sadâkati ve becerikliliği olmalıdır.
Aşırıya kaçmadıktan sonra, bölgelere ait kimi adetler yapılabilir, ama düğünden sonra en çok işe yarayacak, bir ömür boyu lazım olacak asıl hazırlıkların unutulmaması gerekir.
Müslüman bir genç kız, aynı şekilde düğünün yapılış tarzından, giyindiği kıyâfete ve mahremiyete, ev döşemesinden, gerekli ve gereksiz harcamalara kadar, her konuda imtihanda olduğunu bilmeli ve kendisine en güzel yakışanı yapmalıdır.
Allah’ın adıyla, O’nun hoşnutluğuyla atılan her adım, çıkılan her yol, kurulan her ev, başlanılan her iş, devamının da çok güzel bir şekilde geleceğini müjdeler bize.
Allah, kendisi için yapılan amelleri, başlangıçları boşa çıkarmaz, bereketlendirir, dünya ve ahirette de kat kat karşılığını verir.
“De ki: Rabbim beni (girilecek yere) doğru bir girdirişle girdir ve (çıkarılacak yerden) doğru bir çıkarışla çıkar ve katından bana yardımcı bir kuvvet ver.” (İsra -80)
Gerek evlilik öncesi ve gerek de sonrası her daim etmemiz gereken en güzel dualardan birini de Rabbimiz Furkan Sûresi 74. Ayette bize öğretiyor:
  “Rabbimiz, bize eşlerimizden ve soyumuzdan, gözün aydınlığı olacak (çocuklar) armağan et ve bizi takva sahiplerine önder kıl.”     
Yararlanılan Kaynaklar:
Kur’an’da Huzur ve Sükûn/ Abdurrahman Ateş

Alınıt: gencmuslumanlar.com

10 Temmuz 2016 Pazar

Şükür,Çok Şükür!

Allah'a şükürler olsun ki,
Bir güne daha uyandım.
Allah'a şükürler olsun ki,
Bugünde tevbe etme imkanım var.
Allah'a şükürler olsun ki,
Bugün de iyi işler yapabilirim.
Allah'a şükürler olsun ki,
Bugün de vücudumdan bir yer eksilmedi.
Allah'a şükürler olsun ki,
Bugün de duyuyorum.
Allah'a şükürler olsun ki,
Bugün de görüyorum.
Allah'a şükürler olsun ki,
Bugün de konuşabiliyorum.
Allah'a şükürler olsun ki,
Vücudumda herhangi bir rahatsızlığım olsa da, bugün yine kalbimde Allah aşkı var,yine Resul aşkı var,yine huzur veren bir imanım var.

Zümer Suresi,66.ayet


9 Temmuz 2016 Cumartesi

Her Zorlukla Beraber Bir Kolaylık

فَإِنَّ مَعَ الْعُسْرِ يُسْرًا ٥
''Muhakkak her zorlukla beraber bir kolaylık vardır.'' 
(İnşirah Suresi,5)

Rabbimiz bize verdiği her zorlukla birlikte bir kolaylık olduğunu söylemiştir. Eğer O'nun (c.c.) vaadine tam olarak inanıyorsak hiç bir zorluk bizi ümitsizliğe itmemeli.Her gecenin sabahı vardır.Derdi veren Rabbim'dir, O'ndan gelen her şey hoştur. Bunu diyebilmeliyiz.Peki zorluk nedir?
Mesela Allah'a (C.C.) daha yakın olabilmek adına yaptığın işler başkaları tarafından ''aşırılık'' olarak algılanıyor olabilir. Ancak bu seni yıldırmamalı.Sen her şeyin sahibinin yoluna gönül verdiysen eğer, en ufak ayrıntıda takılıp kalmamalısın.Muhakkak Rabbimiz kendisine yaklaşmak isteyen kullarına yardım eder.
 ''.......Ve kim Allah’a karşı takva sahibi olursa, (Allah) ona bir çıkış yeri nasip kılar.'' (TALAK SURESİ,2.AYET)
Veyahut maddi durumdan sıkıntı çekiyor olabilirsin.Ama bu seni asla Allah'a (c.c.) isyana itmemeli. Eğer Rabbim'den geliyorsa O (C.C.) beni benden çok düşünür demelisin. Rabbimiz'in vaadi şüphesiz haktır.Başımıza gelen musibetin büyüklüğü ne olursa olsun, Allah'tan (c.c.) ümit kesmemeliyiz. O, kullarına asla zulmetmez. Ve O, her şeye kadirdir. Allah,sabredenlerin mükafatlarını eksiksiz verir.İmtihanın büyüklüğü bizi korkutmamalı.Bizim yapacağımız sabırdır.Rabbimiz'in yarattığı her şeyde bir hikmet vardır.

ElhamdülillahiRabbilAlemin

Esselamualeykum





8 Temmuz 2016 Cuma

Ben Müslümanım Çünkü;

Ben Müslümanım ÇÜNKÜ;
İslam'da huzur var. Allah'a inanmakla,dua etmekle huzur buluyor kalbim.Ve anlayamıyorum inkar edenlerin kalbindeki huzur için ayrılmış bu boşluk nasıl doluyor?
Ben Müslümanım ÇÜNKÜ;
Allah .(c.c)çok merhametli ve beni benden çok düşünüyor.
Ben Müslümanım ÇÜNKÜ;
Rabbimin haram dediği her şeyde benim için zarar,helal kıldıklarında fayda var.
Ben Müslümanım ÇÜNKÜ;
Namaz kadar huzurlu bir şey yok.
Ben Müslümanım ÇÜNKÜ;
Rabbi'me sığınmak unutturuyor bütün dertlerimi.
Ben Müslümanım ÇÜNKÜ;
İslam hayatımı düzene sokuyor.
Ben Müslümanım ÇÜNKÜ;
''BANA ALLAH YETER'' deyip yola çıktığımda kalbim ferahlıyor.
Ben Müslümanım Elhamdülillah,daha sayamayacağım bir çok şey var. Şükretmemiz gereken ilk nimetolan imanımız için Rabbimize sonsuz şükürler olsun!






Kıymetli Hazine:Zaman

Rabbimiz Mümi'nun Suresi'nde ''Onlar ki,faydasız işlerden ve boş sözlerden yüz çevirirler'' (3) buyurmaktadır. Bunu müminlerin özelliklerinden saymıştır. Faydasız işler ve boş sözler bizim çok kıymetli olan hazinemizi,zamanımızı çalmaktadır. Bu değerli hazineyi Rabbimizin yolunda kullanmamıza engel olmaktadır. Halbuki bu bedende,bu zamanda,bu günde emanettir. Elbette bir gün bizden gidecektir.Bunları doğru yolda kullanırsak kazanır,yanlış yolda kullanırsak kaybederiz. Doğru yolda kullanmak için de elbette Rabbimiz için harcamalıyız zamanımızı. Eğer Rabbimizi zikretmeye yetecek bir süreyi dedikodu,gıybet vs.kötü şeylere harcarsak kaybederiz. Zaman ayarını iyi yapmamız gerekir. Hep son nefes endişesi taşımalıyız. Bir işe başlamadan önce '' Ya böylece ölürsem ? '' diye düşünmeli, yaptığımız işlerden sorguya çekileceğimizi unutmamalıyız. Rabbim, bize kendisine kulluk edelim diye verdiği zamanı doğru kullanabilmeyi nasip etsin.Amin.Allah'a emanet olun.

4 Temmuz 2016 Pazartesi

Peygamberimiz'in (s.a.v.) Bayramı

Peygamber Efendimiz (asm), bayramda tekbir ve tehlil getirirdi“Ramazan ve Kurban bayramlarını “La ilahe illallah” lar ile “Allahü ekber” lerle “Elhamdülillah” larla “Sübhanallah” larla süsleyiniz.” (Ebu Nuaym)
Peygamber Efendimiz(asm) bayramı, “Yeme, içme ve Allah’a zikir günleri” olarak tarif etmiştir. 
Kendisi gerek Ramazan gerekse Kurban bayramlarını bu şekilde geçirmiştir. Ümmetine de böyle yapmalarını tavsiye buyurmuşlardır.
“Tekbir getirmek suretiyle bayramlarınızı süsleyiniz.” (Taberani)
Helal kılınan eğlence ve izhar-ı sürur havasının, meşru’ hududu taşmayacak şekilde ileri götürülmesini önlemek maksadıyla bayramın dini yönünü belirtmeye Hz. Peygamber (asm) hususi bir ehemmiyet atfetmiştir. (Kütüb-i Sitte)


Peygamber Efendimiz (asm), bayram sabahı hurma yerdi
Orucunu tatlı bir şeyle açmayı adet edinen Resul-i Ekrem (asm), Ramazan Bayramı'na da tatlı yiyerek ve namaza öyle giderlerdi.
Hz. Enes (ra) anlatıyor: “Resulullah (asm) Ramazan bayramında, sayıca tek olan birkaç hurma yemedikçe namaza gitmezdi.” (Buhari, Tirmizi)
Resulullah’ın (asm) Ramazan bayramı namazına giderken bir şeyler yemesinin hikmetini bazı şarihler: “Kimse namaz kılıncaya kadar oruca devam ediliyor zannetmesin diyedir, sanki bu yanlışlığın yolunu kapamak istemiştir.” şeklinde açıklamışlardır.
Kurban bayramında bir şey yenmemesi esastır.
 (Kütüb-i Sitte) 
Hurmanın tek kılınması Allah’ın birliğine işaret içindir. Resulullah (asm) tek ile teberrük (bereketlenmek) için imkân olan her şeyi tek yapardı. “Allah (cc) tek’tir. Teki sever.” buyurmuştur. (Kütüb-i Sitte)
Peygamber Efendimiz (asm), bayram namazına yaya olarakgiderdi
Hz. Ali (ra) demiştir ki: “Bayram namazına yaya gitmen, çıkmazdan önce bir şeyler yemen sünnettir.”(Tirmizi)
Peygamber Efendimiz(asm), bayram namazına gidiş ve dönüşte farklı yolları tercih ederdi
İbn-i Ömer (ra) anlatıyor: “ Resulullah (asm) bayram namazına giderken bir yoldan gider, dönerken başka bir yoldan dönerdi.” (Ebu Davud)
Hadis, bayram namazına gidiş ve gelişi başka başka yollardan yapmanın müstehab olduğunu ifade etmektedir. 


Ramazan ve Kurban bayramları Hicretin 2. yılından ıtibaren kutlanmaya başlanmıştır. Ramazan orucu da ilk defa bu yıl farz kılınmış, bu ayı oruçla geçiren rnü'minler sonraki ayın (şevval) ilk üç gününü bayram olarak kutlamışlardır. Bu sebeple bu bayrama Ramazan Bayramı denmiştir.
"Bu günümüzde yapacağımız ilk şey namaz kılmaktır"(1) mealindeki hadise dayanarak Ramazan ve Kurban bayramları bayram namazlarının kılınmasıyla başlar.
Hz. Peygamber, "Arefe günü, kurban günü ve teşrik günleri biz Müslümanların bayramıdır. Bu günler yeme içme günleridir"(2) buyurmuştur.
Ramazan Bayramım da bu manada bir gün olarak kabul etmiş ve bu bayramı Ramazan orucunun iftar günü olarak nitelendirmiştir.(3) Bu sır içindir ki, Ramazan ve Kurban Bayramlarında oruç tutmak haram kılınmıştır. Bir gün önce oruç bozmak haramken, bir gün sonra oruç tutmanın haram olması, mü'minlerin düşünce ve duygu dünyasında nimetlerin gerçek Sahibini hatırlatan en etkili bir sebeptir.
Herkes bir gün önce kimin emrine uyarak oruç tutuyorsa, bugün de O'nun rızasına uyarak orucunu açar. Ve Onun gerçek nimet Sahibi olduğunu hakkıyla idrak ederek, gerçek bir şükre yol bulur.
Bayram bir aylık orucun toplu bir iftarı olduğu için, günlük iftarların sünnet türünden âdabı bayramda da yerine getirilir. Nitekim orucunu tatlı bir şeyle açmayı adet edinen Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam, Ramazan Bayramına da tatlı yiyerek başlarlardı. Bayram sabahında hurma gibi bir tatlı ile bir aylık oruçlarını açmadan evlerinden ayrılmazlardı. (4)
Her vesile ile bizleri ibadete ve ahiret amellerine teşvik buyuran Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam, yılın iki bayram gecesinde kalkıp ibadet etmeyi tavsiye ederlerdi. Bu gecelerde uyanık bulunmanın, kalbin uyanıklığına vesile olduğunu bildirirlerdi. Bunu bir hadis-i şeriflerinde şöyle ifade etmişlerdi:
"Sevabını Allah'tan umarak iki bayram gecesinde kalkıp ibadet eden kimsenin kalbi, kalblerin öldüğü gün ölmez." (5)
Bayramlar saadet asrında da bambaşka bir hava ve neş'e içinde yaşanırdı. Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam bayram sabahında namazgaha çıkardı. Peygamber hanımlarının da, diğer hanımlar ve kızlarla birlikte namazgaha çıkması istenirdi. Kadınlar cemaatin arka tarafında yer alırlardı.(6) Kılınan bayram namazından sonra Peygamberimizin Aleyhissalâtü Vesselam cemaate hitaben bir hutbe okuduğunu anlatan îbni Mes'ud (r.a.) devamla şöyle der:
"Resulullah Aleyhissalâtü Vesselam üzerine şehadet ederim ki, o namazı hutbeden önce kıldı. Sonra hutbe okudu. Daha sonra kadınlara işittiremediğini düşünüp onların yanına geldi. Onlara hatırlatmalarda bulundu. Ve şu ayeti okudu: “Ey Peygamber! İnanmış kadınlar Allah’a hiçbir şey ortak koşmamak, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleri ve ayakları arasında uydurdukları iftira ile gelmemek, iyi işlerde sana isyan etmemek konusunda biat etmeye geldikleri zaman, biatlerini kabul et ve onlar için af dile! Şüphesiz ki Allah, Gafûr ve Rahîm’dir.” Sonra:
– Bütün bunlar üzerine biat eder misiniz? diye sordu. İçlerinden biri:
– Evet Yâ Resûlallah! dedi. Allah Resûlü (a.s.m.):
– Sadaka verin! buyurarak onları zekât vermeye teşvik etti. Onu dinleyen hanımlar kulaklarındaki küpeleri, kollarındaki bilezikleri çıkarıp ne kadar yüzük gerdanlık varsa onları çıkardılar. Bilâl-i Habeşî elbisesini yere serdi:
– Anam babam size feda olsun bağışlarınızı getirin diye seslendi. Hanımlar bileziklerini, küpelerini, yüzüklerini Bilâl-i Habeşî’nin elbisesinin üzerine koymaya başladılar. Elbise takılarla doldu. Allah Resûlü (a.s.m.) bayram bittikten sonra orada durmayıp evine ailesinin yanına döndü.” 
(7)
Bu hadiseyi anlatan sahabilerden biri, "Kadınların bu verdikleri Ramazan Bayramı zekatı mı idî?" sualine şöyle cevap verdi: "Hayır, lakin o vakit verdikleri bir sadaka idi. Kadınlar yüzüklerini atıyor ve atıyorlardı."(8)
Aynı olaya işaret eden Ebu Saidi'l-Hudri de (r.a.) bayram gününde en çok sadaka verenlerin kadınlar olduğunu anlatır.
Ramazan Bayramı, bağışlanmış olmanın bir sevinç işaretidir. Bu bağışlanma müjdesini insanlara melekler veriyor.
Sa'd bin Evs el-Ensârî anlatıyor: Resulullah Sallal-lahü Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur.
Ramazan Bayramı sabahı melekler yollara dökülür ve şöyle seslenirler: "Ey Müslümanlar topluluğu! Keremi bol olan Rabbinizin rahmetine koşunuz. O, bol iyilik ve ihsanda bulunur. Sonra onlara bol bol mükâfatlar verilir. Siz gece ibadet etmekle emrolundunuz ve emri yerine getirdiniz. Gündüz oruç tutmakla emrolundunuz, orucu tuttunuz ve Rabbinize itaat ediniz, mükâfatınızı alınız.
Bayram namazını kıldıktan sonra bir münadi şöyle seslenir:
"Dikkat ediniz, müjde size! Rabbiniz sizi bağışladı, evlerinize doğru yola ermiş olarak dönünüz. Bayram günü mükâfat günüdür. Bugün semâ âleminde mükâfat günü olarak ilan edilir."(9)
Bayram günleri sevinç günleri olduğu için, bu sevincin açıkça gösterilmesine vesile olacak meşru oyun ve eğlencelere de müsaade edilmiştir. Bu hususta Müslim'de ayrı bir bab ayrılmış ve misaller verilmiştir. Bunlardan birinde Hazret-i Âişe (r.a.) şöyle anlatır:
"Bir grup Habeşli, bir bayram günü mızrak ve kalkanlarıyla gösteriler yaparken rakseder gibi oynuyorlardı. Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam beni çağırdı. Başımı onun omuzuna dayadım. Bu vaziyette onların harp oyununa bakmaya başladık. Ta onlara bakmaktan ilk vaz geçen ben oluncaya kadar."(10)
Nitekim büyük cemaatler halinde kılınan bayram namazları esnasında getirilen tekbirler, gafletin giderilmesine ve şükür vazifesinin yerine getirilmesine en büyük bir vesiledir. Sadece bir ülke halkının değil, yeryüzünde sayısı milyarlara varan Müslümanların hep beraber aynı anda tekbir getirdiklerini hayal ettiğimizde, karşımıza çıkan muhteşem tablo, bayramlarımızı kâinat çapında bir manaya kavuşturur. O anda adeta yeryüzü tek bir ağız olur, tekbir getirip namaz kılar gibi bir hale bürünür. Misâl âleminde birleşen o seslerin bir anda yeryüzünden yükselişi, adeta muhteşem bir koro halinde dünyamızın göklere doğru tevhidi haykırmasıdır.
Bu muhteşem manaların yaşandığı bayram günlerinde küçük meselelerden çıkan kırgınlıkların, dargınlıkların ne önemi olabilir? Onun için bayramda her mü'minin kardeşleriyle kardeşlik sözleşmesini yenilemesi, kuvvetlendirmesi, fakirlerin yardımına koşması, çocuklarını sevindirmesi lazımdır ki, o manalar yaşanan hayata geçsin.
Bayramların asıl süsü ve zineti tekbirlerdir. Getirilen her tekbir ruh ve gönüllerde manevi coşkuyu ve heyecanı canlandırır. Kulu, Rabbinin azameti karşısında yüce duygulara taşır.
Ebû Hüreyre anlatıyor: Resulullah Resulullah Sallallahü Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur: “Bayramınızı tekbir getirmek suretiyle süsleyiniz.” (12)
Bayramlara sünnet çerçevesinde hazırlanmak bu âdeti de ibadet haline getirir, bu sevinç günlerini biri iman şuuru içinde geçirmeyi temin eder.
Bunun için sünnette yer aldığı gibi bayrama önceden hazırlanmak, temiz ve güzel elbiseleri giymek, gusletmek, misvak kullanmak veya dişleri fırçalamak, güzel kokular sürünmek, güler yüzlü olmak, namazdan önce Ramazan Bayramında hurma vb. tatlı bir şey yemek bugünlerimize ayrı bir mana kazandırır.
Asıl itibariyle fıtır sadakası olarak bildiğimiz fitre de bayram günü verilir. Ramazan ayı içinde verilmemişse fitrenin de o gün verilmesi gerekir. Zaten Ramazan Bayramının hadislerde geçen adı "ıydü'I-fıtr", yani Fıtr Bayramı demektir. Yaratılışın gereği olan kulluk görevleri yapıldığı için bu adı almıştır.
Bayramların en güzel şekli tanısın tanımasın mü'minlerin tokalaşarak, kucaklaşarak birbirleriyle bayramlaşması, bayramlarını kutlaması ve tebrikleşmesidir. Saadet Asrında Sahabiler birbirleriyle "Bârekâllâhü lenâ ve leküm" diyerek bayramlaşılardı, yani "Allah bizden de, sizden de kabul etsin" dedikleri rivayet edilir. Bu tebrikleşme bizim dilimizde "Bayramınız mübarek olsun, bayramınızı kutlu olsun, hayırlı bayramlar" gibi sözlerle ifade edilir.
Kaynaklar
1) Buhârî, İdeyn: 3; Müslim, edâhi: 7.
2) Ebu Davud, Savm:50; Tirmizi, Savm:59; Nesai, Menasik:195.
3) îbni Mace, Sıyam: 32.
4) A.g.e., Sıyam: 49.
5) A.g.e., Sıyam: 67.
6) Müslim, Selatü'l-İdeyn: 11.
7) A. g .e., Salatü'l-İdeyn, 2.
8) A.g.e., Salatü'l-İdeyn, 3.
9) el-Tergîb ve't-Terhîb Trc. 2:332.
10) Müslim, Salatü’l-İdeyn, 20.
12) et-Tergîb ve't-Terhîb Trc. 2:332.



1 Temmuz 2016 Cuma

Öfkelenme!




Esselamualeykum,
Size dün yaşadığım ve ders aldığım bir olay anlatacağım.
Dün otururken kardeşim yanıma geldi.Kendi kendime ''güzelce çık diyeyim,terslemeyeyim'' diyordum.Sonra çık dedim inatlaştı.Ben de bişey demedim.Sonra bana ayağını uzatınca öfkelendim ve ayağını çek dedim.O da benim inadıma çekmedi.Ve ne yazık ki ben öfkelenip ona doğru ayaklarımı uzattım. O sırada o da çubuk kraker yiyordu.Ben öyle aniden uzatınca boğazına gitti ve gözünden yaş gelmeye başladı.Yüzü kızardı.Bi an o kadar korktum ki sırtına vurmaya başladım.Sonra devam etti ben de su getirdim.Ama o ses vermedi.Sonra korktum ve su iç dedim sonra o gülmeye başladı,ben de ağladım. Gerçekten boğazına gitmek üzereymiş ama bana şaka yapmak istemiş devam ettirmiş. Aslında bu şakadan çok ders oldu.Öfkelenmeyeceğim demiştim ve öfkelendim. Ve o öfkeyle kötü bir iş yaptım ve Allah muhafaza bir kazaya sebep olacaktım.Ama anladı ki öfkeyle kalkan zararla otururmuş. Hepimize şakadan çok iyi bir ders olması umuduyla..
Allah'a emanet olun..


Kadir Gecesi ve Allah Resûlü'nün (sas) Hayatındaki Yeri ve Önemi

KADİR GECESİ NEDİR?
Kadir Gecesi, Kur'ân-ı Kerim'in Levh-i Mahfuz'dan dünya semasındaki Beytü’l-İzze’ye toptan, oradan da yeryüzüne parça parça ilk defa indirilmeye başladığı, Hazreti Cebrail’in (aleyhisselâm) Peygamber Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) ilk vahiy ile birlikte peygamberlik vazifesini getirip tebliğ ettiği kutsal gecedir.
Kur'ân-ı Kerim’de aynı isimle anılan 97. sûre "Kadir sûresi" vahyin başlangıcından ve bu gecenin büyük kudsiyet, fazilet ve bereketinden, bu gece kâinatı kaplayan ilâhî esenlikten şöyle bahsetmektedir:
إِنَّا أَنزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةِ الْقَدْرِ، وَمَا أَدْرَاكَ مَا لَيْلَةُ الْقَدْرِ، لَيْلَةُ الْقَدْرِ خَيْرٌ مِّنْ أَلْفِ شَهْرٍ، تَنَزَّلُ الْمَلَائِكَةُ وَالرُّوحُ فِيهَا بِإِذْنِ رَبِّهِم مِّن كُلِّ أَمْر،ٍ سَلَامٌ هِيَ حَتَّى مَطْلَعِ الْفَجْرِ
"Biz Kur’ân’ı kadir gecesi indirdik Bilir misin kadir gecesi nedir? Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır! O gece Rab’lerinin izniyle Ruh ve melekler, her türlü iş için iner de iner... Artık o gece bir selamettir gider...Tâ tan ağarana kadar... ."[1]
Duhân sûresinde de bu gecenin bereket ve kutsiyetine vurgu yapılmakta ve her türlü önemli hadiselerin bu gecede takdir edildiği belirtilmektedir:
حم، وَالْكِتَابِ الْمُبِينِ، إِنَّا أَنزَلْنَاهُ فِي لَيْلَةٍ مُّبَارَكَةٍ إِنَّا كُنَّا مُنذِرِينَ، فِيهَا يُفْرَقُ كُلُّ أَمْرٍ حَكِيمٍ، أَمْرًا مِّنْ عِندِنَا إِنَّا كُنَّا مُرْسِلِينَ
"Açık olan ve gerçeği açıklayan bu Kitâb'a yemin olsun ki; biz onu kutlu mübarek bir gecede indirdik. Çünkü biz haktan yüz çevirenleri uyarıcılarız. O öyle bir gecedir ki, her hikmetli iş, tarafımızdan bir emir ile o zaman yazılıp belirlenir..."[2]
Aynı zamanda Bakara sûresinin 187.[3] ve Fecr sûresinin 1-4.[4] ayetleri de zımnen Kadir gecesinin ehemmiyet ve faziletine işaret etmektedir.
Peygamber Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) hayatında Kadir gecesinin yerine ve önemine baktığımızda, Kendisinin o geceyi yakalayıp değerlendirmek için ciddi bir gayret içersinde olduğunu görürüz. O (sallallâhu aleyhi ve sellem), ashâbına da  Kadir Gecesinin mana, mahiyet, önem ve faziletine; ne zaman ve nasıl değerlendirilmesi gerektiğine dair konularda pek çok beyanda bulunmuş ve onları bu gecenin ihya edilmesi adına gayrete sevk etmiştir.

KADİR GECESİNİN İHYA EDİLMESİ NASIL OLUR?
مَنْ قَامَ لَيْلَةَ الْقَدْرِ إِيمَانًا وَاحْتِسَابًا ، غُفِرَ لَهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِهِ
“Kim, fazilet ve kudsiyetine inanarak ve karşılığını yalnızca Allah’tan bekleyerek Kadir gecesini ibadet ve tâatle ihya ederse, geçmiş günahları bağışlanır.”[5]
Allah Resûlü'nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) hayatına yakından tanıklık eden başta Hazreti Âişe validemiz olmak üzere pek çok ashâb-ı kiram, O'nun Kadir gecesini ihya adına gösterdiği gayretleri şöyle ifade ederler:
Hazreti Âişe validemiz, Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) Ramazan’ı ve özellikle Kadir gecesinini içinde barındıran son on gününü değerlendirme keyfiyetini şöyle anlatıyor:
Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) Ramazan ayında, diğer aylarda görülmeyen bir gayrete girerdi. Ramazanın son on gününde ise bu gayret daha da artardı. Son on günde her geceyi ihya eder, ailesini de ( bu gecelerin ihyası için) uyandırırdı, izârını[6] da bağlardı.”[7]
“Ramazan ayının son on günü girdiğinde Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) geceleri ihyâ eder, ev halkını uyandırır, ciddiyetle ibadete soyunur ve eşleriyle ilişkiyi keserdi.”[8]
Hazreti Ali (radıyallâhu anh) da Efendimiz'in aile fertlerini son on gününün gecelerini ihya etmeleri için nasıl kaldırdığını şöyle anlatıyor: “Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), Ramazan’ın son 10 gününde büyük-küçük namaza takati olan herkesi uyandırırdı."[9] Hatta uyandırmak için üzerlerine su serptiği de olurdu.[10]
Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) geceleyin Hazreti Fatıma ve Hazreti Ali’nin kapısını çalar ve “Namaz kılmak üzere kalkmaz mısınız!” diyerek seslenirdi.[11]
Resûl-i Ekrem'in (sallallâhu aleyhi ve sellem), son on günde her akşam ile yatsı namazı arasında guslettiği de rivayetler arasında yer almaktadır. İbn-i Cerir Efendimiz'i her hususda örnek alan sahabe efendilerimiz için şöyle der: “Onlar Ramazan’ın son onunda her gece gusl etmeyi müstehap görüyorlardı.”  İbrahim en-Nehaî de son ondaki her gece yıkanırdı. Onlardan öyle kimseler vardı ki, kadir gecesi olması ümit edilen her gecede yıkanır, güzel kokular sürünürlerdi.[12]
Ebu Said el-Hudri (radıyallahu anh) anlatıyor:­ “Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) Ramazan’ın ilk 10 gününde itikafa girdi, biz de onunla beraber itikafa girdik. Cebrail (aleyhisselâm) gelip dedi ki: “Aradığın şey (yani Kadir gecesi), şu günündedir o günlerde de itikafa girmen isteniyor.” Allah Resûlü, ayın ortasındaki 10 günde de itikafa girdi, biz de onunla beraber itikafa girdik. Yirminci günün sabahı olunca itikaftan çıkmak üzere eşyalarımızı evlerimize taşımışdık. Sonra Allah Resûlü, Ramazan’ın 20. günü sabahı kalktı. O, keçeden yapılmış bir Türk çadırında itikaf etmişti. Çadırın kapısı yerinde bir hasır bulunuyordu. Allah Resûlü bu hasırı eliyle aldı, çadırın bir tarafına koydu. Sonra başını (çadırdan) dışarı çıkardı ve mescidde bulunan insanlara hitap etmeye başladı. Halk ona yaklaştı. O da kendilerine hitaben dedi ki: "Ben Kadir Gecesi'ni idrak edebilme niyetiyle ilk 10 günde itikaf etmiştim. Sonra ortadaki 10 günde itikafa devam ettim. Sonra bana melek geldi ve "Kadir Gecesi son 10 gündedir." dedi. “Benimle beraber itikafa girmiş olanlar tekrar (itikaf mahalline) geri dönsünler, dilerlerse son 10 günde de itikaf etsinler. Çünkü ben Kadir gecesini gördüm, fakat onu unuttum. O son 10 gecede ve tekli gecelerdedir. Ve yine ben (rüyamda) kendimi çamur ve su üzerine secde ediyor olduğumu görmüş gibiydim.” (Böyle dedi.) Bunun üzerine o insanlar da Allah Resûlü ile beraber tekrar itikafa girdiler. Mescidin tavanı o zaman hurma yapraklarıyla kapalıydı ve biz gökte hiçbir şey (bulut) görmüyorduk. Bir bulut kümesi geldi ve üzerimize yağmuru indirdi. Allah Resûlü bize namaz kıldırdı. Öyle ki ben, Allah Resûlü’nün rüyasını doğrular biçimde alnındaki çamur ve su izlerine kadar görüyordum.”[13]
Hazreti Ali (radıyallahu anh) anlatıyor: “Hazreti Ömer’i ben Ramazan ayında kıyama teşvik ettim.” “Bu nasıl oldu ey Mü’minlerin Emiri!” denildi. Şöyle açıkladı: “Hazreti Ömer’e, yedinci kat semada bulunan Hazîra’yı haber verdim ki ona Hazîratü’l-Kuds de denilir ve içinde melekler vardır ve onlara Ruh denilir.” Bir başka lafızda ise, “Onlara Ruhaniyyûn” denilir şeklinde gelmiştir. Kadir gecesi olduğu zaman, o melekler (ruhaniler) Rabbilerinden dünyaya inmek için izin isterler ve kendilerine izin verilir. Bunun üzerine o melekler, içinde namaz kılınan her mescide uğrarlar, yolda karışlarına çıkan her kişiye dua ederler ve neticede o kişilere onlardan bereket isabet eder.” Hazreti Ömer, Hazreti Ali’ye: “Ey Hasan’ın babası! O halde insanları (gece) namaza teşvik edelim ki onlara da bereket isabet etsin.” dedi. Bunun üzerine insanlara geceyi kıyamla geçirmeleri emrolundu.”[14]
“Ramazanda öyle bir gece vardır ki bin aydan daha hayırlıdır. O geceden mahrum bırakılan kimse gerçekten mahrum kalmış demektir.” [15]
Enes İbn-i Malik (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Ramazan ayı girmişti. Rasulullah (sas) buyurdular ki: Bu ay işte size geldi çattı. Bu ayda öyle bir gece vardır ki, bin aydan daha hayırlıdır. Kim o geceden mahrum bırakılır ise bütün hayırlardan (saadetlerden) mahrum bırakılmış demektir. O gecenin hayrından da ancak mahrum olan nasipsiz kalır.”[16]
Rahmet Peygamberi Kadir gecesinden bütünüyle mahrum bırakılan talihsiz kimseleri de şöyle ifade etmiştir: “Allah Teala, Kadir gecesi, ümmet-i Muhammed’den mü’minlere nazar eder ve onları bağışlar, onlara merhamet eder; fakat şu dört zümre hariç: içki mübtelası, anne-babasına isyan eden, kin/düşmanlık güden ve akrabalık bağlarını kesen.”[17]

KADİR GECESİNİN FAZİLETİ NEDİR?
Her şeyden önce bizzat Cenâb-ı Hak Kur’an- Kerim’de bu geceyi övmüş, mübarek ve mukaddes kılmış,[19] bu gecenin önem ve faziletini bildiren müstakil bir sûre indirmiştir.[20] Kur’an’da ismi zikredilen tek gece Kadir gecesidir.[21]
Adını bu geceden alan mezkûr sûrede Kadir gecesinin bin aydan daha hayırlı olduğu ifade buyrulmuştur. Bin ay ise seksen üç sene dört aylık bir zaman dilimine denktir. Diğer bir ifadeyle, yaklaşık otuz bin gün ve geceye tekabül eder. Dolayısıyla Kadir gecesi, içinde Kadir gecesi bulunmayan seksen küsur seneden daha hayırlıdır. Bu ise salih amel üzere uzun bir ömür sürmüş insan hayatından daha hayırlıdır. Bir tek geceyi yakalayıp ihya etmenin bir ömre bedel olması, Allahu Teala’nın hususiyle bu ümmete verdiği en büyük lütuflardandır. İbn Cerir et-Taberi’nin dediği gibi; mutlak olarak Kadir gecesinde amel, Kadir gecesi bulunmayan bin ay amelden daha hayırlıdır ki, bu da onun hayırlılığı sayısız olduğunu açıklamakla Peygamber ve ümmetine özel bir müjdedir.[22]
Bu “bin aydan daha hayırlı”[23] ifadesi Peygamber Efendimiz’in farklı hadislerinde şöyle ifade edilmiştir:
Kadir gecesi, bin yıl sabaha kadar namaz kılıp akşama kadar cihad eden İsrailli bir mü’minin bin yılından daha hayırlıdır.[24]
Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) birgün ashabına İsrailoğullarından dört kişinin seksen sen boyunca hiç günah işlemeden Allah’a ibadet ettiklerini anlattı. Bu dört zat Hazreti Eyyub, Hazreti Zekeriyya, Hazreti Hazkıyl ve Hazreti Yûşâ idi. Sahabîler bunu hayretle karşıladılar. Hemen sonra Cebrail indi: “Ya Muhammed, Allah sana daha hayırlısını ihsan etti” dedi ve ardından Kadir sûresini okudu, sonra da: “İşte bu, senin ve ümmetinin hayret ettiğinizden daha hayırlıdır.” buyurdu.[25]
Hazreti Hasan (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) (rüyasında), Benî Ümeyye'yi (tek tek halife olup) kendi (mübarek) minberi üzerine teker teker çıkmış gördü. (Bir rivayette, onları minberi üzerine maymunların sıçrayışı gibi sıçradıklarını gördü de, bu manzara ona çok ağır geldi,[26]) bu durum hoşuna gitmedi. Bunun üzerine şu ayetler nazil oldu: "Muhakkak biz sana Kevser'i verdik."[27] "Biz onu sana Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin (o büyük fazilet ve şerefini) sana bildiren nedir? Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır (Bu gece senden sonra Benî Ümeyye'nin saltanat süreceği) bin aydan hayırlıdır."[28] Yani Kadir gecesi, Ümeyyeoğullarının (Emevîlerin) saltanat sürdüğü bin aydan daha hayırlıdır."
“Peygamber Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) ümmetlerin ömürleri gösterilmişti. (Yahut onlardan Allah’ın dilediği kadarını görmüştü.) Allah Resûlü kendi ümmet fertlerinin ömürlerini azımsayarak (kısa sayarak) başkalarının uzun ömürde yaptıkları amellere yetişememelerinden endişe etti ve “Başka ümmetlerin uzun ömürleri içinde yapamayacakları amelleri ümmetim kısa ömrü içinde yapabilsin!” diye Allah’a dua ve niyazda bulundu. Bunun üzerine Allah Teâlâ da ona Kadir gecesini ihsan etti ve onu diğer ümmetlerin bin ayından daha hayırlı kıldı."[29]
Bu hadis-i şerifler göstermektedir ki: Kadir gecesinde yapılan salih amel, Kadir gecesi bulunmayan bin ay amelden daha hayırlıdır, başak bir ifadeyle O gecede yapılan iyi bir amel, bin yıllık amelden daha hayırlı ve efdaldir.[30] Bir manada bu da onun hayırlılığı sayısız olduğunu açıklamakla Peygamber ve ümmetine özel bir müjdedir.
Kadir sûresinin başında belirtildiği üzere Kur’ân yeryüzüne bu gecede indirilmiş,[31] Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) peygamberlik vazifesi bu gecede verilmiştir.[32] Dolayısıyla Kur’ân ve vahiy, bu geceye apayrı bir şeref vedeğer katmıştır.
Bu gecede melekler ve Ruh inerek yeryüzüne inerek orayı şereflendirirler.[33]
Kadri ve kıymeti pek yüce olan bu gece, aynı zamanda bir takdir gecesidir. Her önemli iş, hikmet üzere bu gecede takdir buyrulur.[34]
Bu gece gün ağarıncaya kadar selam ve esenliktir.[35] Duaların kabul olduğu, sevapların kat kat arttırılıp günahların bağışlandığı en mübarek zaman dilimidir.
“Kadir gecesi, 27. veya 29. gecedir.O gece yeryüzündeki meleklerin sayısı çakılların sayısından, (küçük taşcıklarının) sayısından daha çok olur."[36]
Kadir gecesinin gündüzü de sair günlerden faziletlidir. Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyururlar:
“Kadir gecesinin gündüzünde tutulan oruç, bütün senenin orucuna denk sayılmaktadır.”[37] “Kadir gününde işlenen bir amel, tıpkı gecesinde işlenen bir amel gibi (faziletli)dir.”[38]
“Allah, Kadir gecesini ümmetime hediye etmiş, ondan önce hiçbir ümmete vermemiştir.”[39]
“Allah Teala bu ümmete Kadir gecesini lutfetti, onu bu ümmetten öncekilere ise vermemişti.”[40]

KADİR GECESİ NE ZAMANDIR?
Kur’ân-ı Kerim’de Kadir gecesinin varlığı ve fazileti bizzat Allah tarafından beyan buyrulmuş ancak bunun hangi gece olduğu bildirilmemiştir. Peygamber Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) beyanlarında ise ne zaman olduğu kesin olarak belirtilmemekle birlikte muhtemel bazı gecelere işaret edilmiştir.
Her ne kadar Ramazan ayının yirmi yedinci gecesinin Kadir gecesi olabileceğine dair ümmetin genel bir kabul ve tercihi bulunmakta ise de bu sadece ihtimallerden birisidir.
Kadir gecesini tespit için gayret sarf edip, araştırmak sünnettir. Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), Kadir gecesini idrak etmek niyeti ile önce Ramazan’ın ilk 10 gününde itikaf etmiş, sonra ikinci 10 gününde ve derken bir meleğin bildirmesi ile son 10 gün içerisinde olduğunu öğrenmiş ve Ramazan'ın son 10 gününde itikaf yapmış ve bunu ruhunun ufkuna yürüyeceği zamana kadar da aksatmamıştır.[41]
Peygamber Efendimiz (sallalâhu aleyhi ve sellem) pek çok beyanlarında, “ütlubu, iltemisu, teharrav” gibi ifadelerle “araştırın, arayın, taleb edin, gözetleyin!” emir buyurmuş ve ümmetini bu noktada teşvik etmiştir.
Beş vakit içerisinde “salât-ı vustâ”, cuma gününde “vakt-i icâbe” (duaların umumiyetle kabul olacağı saat), insanlar arasında veli kullar, Esmâ-i Hüsnâ arasında da İsm-i A’zam, bütün tâat ve ibadetler içerisinde rıza-yı ilâhî, kâinatın ömründe kıyamet ve ferdin hayatı içerisinde ölüm anı gizlendiği gibi; Ramazan ayı içerinde de Kadir Gecesi, gizli tutulmuştur...
Peygamber Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) kadir gecesinin ne zaman olduğunu önce biliyordu, ama sonra ona unutturuldu.[42] Ta ki, mü’minler bütün bir Ramazanı sürekli uyanık, dikkatli ve devamlı Allah’a (celle celâluhû) ibadet ve tâat içerisinde geçirsinler, onu her yönüyle ihya etsinler. Sadece bir geceyi değerlendiren ondan mutlaka sevabını alır ama, her geceyi Kadir bilip ihyâ edenin nasibdar olacağından şüphe yoktur.[43]
Übade İbn-i Sâmit (radıyallâhu anh)anlatıyor: “Allah Resûlü (salla'llâhu aleyhi ve sellem), Kadir Gecesi'ni haber vermek üzere (hâne-i saâdetinden yanımıza, mescide) çıktı. Derken Müslümanlardan iki kişinin kavga ettiklerine şahit oldu ve şöyle dedi: Ben, size Kadir Gecesi'ni haber vermek üzere çıkmıştım. Filân ile filân kavga ettiler de ona dâir olan bilgi (benden çekip alındı, göğe) kaldırıldı. İhtimâl ki hakkınızda bu daha hayırlıdır. Artık siz, Kadir Gecesi'ni (20’den sonraki) 9. (yani 29.) 7. (yani 27.) veya 5. (yani 25.) gecelerde arayınız.“[44]
Kadir gecesinin kesin vaktinin bilgisini ashabına bildirmek üzere yanlarına çıkan Allah Resûlü, oradaki birkaç kişinin birbirleriyle çekişip durmaları, sözlü kavga etmeleri sebebiyle o bilgiyi unutmuştur, yahut ona unutturulmuştur. Ramazan ayında Kadir gecesini arayan ümmetin o geceye erebilmesi için en azından Ramazan’da kavgayı kesmeleri şarttır, tartışmadan, müşacereden, münakaşadan, münazaradan uzak durmalıdırlar. Demek ki Allah, kullarının birbirleriye uğraşmasından o kadar çok rahatsız oluyor ki, Peygamberi vasıtasıyla gönderdiği yoldaki bir lütfunu bile son anda kesiverebiliyor, kesip de göğe geri alabiliyor. Kadir gecesinin vaktini bilmek her ne kadar sübut bulmasa da, samimi niyetle ihya edilen gecelerden birini ona tevafuk ettirmesi Allah’ın o sonsuz rahmet ve merhametiyle mümkündür.
Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) Kadir gecesi için işaret ettikşeri zaman dilimleri şöyledir:
Ramazan’ın tamamında
سُئِلَ رسولُ اللّه عَنْ لَيْلَةِ الْقَدْرِ، فقَالَ: هِىَ في كُلِّ رَمَضَان
İbnu Ömer (radıyallahu anh) anlatıyor: “Allah Resûlü’ne (sallallâhu aleyhi ve sellem) Kadir gecesi (Ramazan'ın neresinde olduğu) hakkında sorulmuştu. O da 'Ramazan'ın tamamında!' diye cevap vermiştir."[45]
Son on günde
Hazreti Âişe (radıyallahu anha) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) vefat edinceye kadar Ramazan'ın son 10 gününde itikafa girer ve derdi ki: "Kadir gecesini Ramazan'ın son on gününde arayın." Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'dan sonra, zevceleri de itikafa girmeye devam ettiler."[46]
"Kadir gecesini, Ramazan'ın son onunda arayın."[47]
“Bana Kadir gecesi gösterilmişti. O sırada beni ailemden biri uyandırdı; ben de unuttum. Siz onu son on (gece) içinde arayın!”[48]
“Ben, Kadir gecesini gördüm ve unuttum. Kadir, Ramazan’ın son on gecesinden birisidir. Engin ve şen bir gecedir. Ne sıcaktır, ne soğuktur. Sanki o, dolunaylı bir gecedir. Fecr aydınlanıncaya kadar o gece şeytan dışarı çıkamaz.”[49]
"İçinizden bazı insanların rüyasında Kadir Gecesi ilk 7’de gösterildi. Yine içinizden bazı kimselere de son 7’de gösterildi. Siz onu son 10’da arayın."[50]
“Kadir gecesini Ramazan’ın son onunda arayın. Eğer sizden birisi zayıf veya aciz düşer ise, (en azından) geri kalan yedi gününe olsun (o acziyet ve zaafiyet) gâlib olmasın.”[51]
İbn-i Abbas (radıyallâhu anh) anlatıyor: Bir adam: “Ey Allah’ın Resûlü, ben yaşlı ve hasta bir insanım. Geceleri ibadet için kalkmak da bana meşakkatli oluyor. Bana bir geceyi ihya etmeyi emret ki, umulur ki Allah Teala beni o gecede Kadir gecesine muvaffak kılmış olsun.” Buyurdular ki: “Sana (son 10 gündeki) 7. geceyi tavsiye ederim.”[52]
Son yedi günde
Abdullah İbn-i Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: Bir grup sahâbî, rüyalarında Kadir gecesinin ramazan'ın son yedi gecesinde olduğunu görmüşler (ve bunu Allah Resûlü’ne bildirmişler)di. Bunun üzerine Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Kadir gecesi ile ilgili rüyalarınızın, ramazanın son yedi gecesi üzerinde toplandığını görüyorum. O halde Kadir gecesini arayan onu ramazanın son yedi gecesinde arasın!"[53]
Ebû Zer (radıyallahu anh) anlatıyor: “Ben insanlara Kadir gecesini soruyordum. (Bir gün) “Ey Allah’ın Resûlü, bana Kadir gecesi hakkında bilgi verir misin? Kadir gecesi (geçmiş) peygamberlerle birlikte (onların zamanında) bulunan, kendisinde onlara vahyin indiği,[54] onlar vefat edince de (göğe) kaldırılmış olan bir gece midir; yoksa kıyamet gününe kadar (her yılda) mevcut olan bir gece midir?” dedim. “Bilakis kıyamete kadar bulunur” dediler. “O Ramazan ayında mıdır, yoksa Ramazan dışında mı?” diye sordum. “Bilakis Ramazan ayındadır” cevabını verdiler. “Kadir, Ramazan’ın neresinde bulunur?” dedim. “İlk 10 gününde ve son 10 gününde.” dediler. “Bu iki 10’dan hangisinde?” dedim. “Son 10 gününde. Bu konuda daha fazla bana soru sorma.” Sonra Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) bazı şeyler anlattı. Derken ben Allah Resûlü‘nün bir anını değerlendirerek fırsat yakaladım ve dedim ki: “Ey Allah’ın Resûlü, Senin üzerine yemin ederim, hakkım hatırına bana Kadir gecesinin o son 10’un hangi gecesinde olduğunu söylemediniz?” dedim. Bana öyle bir kızdı ki, kendisiyle beraber olduğum tarihten bu yana hiç böyle kızdığını görmemiştim. “Eğer Allah Teala isterse sizi ona muttali kılar.[55] Kadir gecesini Ramazan’ın son yedisinde arayın. Artık bundan öte daha fazla bana soru sormayın!” buyurdular.”[56]
On yedinci gece
İlk vahyin geldiği ve nübüvvetin verildiği gece 610 yılının Ramazan ayının 17. Pazartesi olması[57] ve aynı zamanda Bedir gazvesi’nin gecesi de Ramazan’ın 17. Gecesi bir Cuma gecesi olması[58]
“Kadir gecesi, 17. gecedir, bir Cuma gecesi.”[59]
“Kadir gecesini 17. gecede araştırın, olmazsa 19. gecede araştırın!”[60]
“Kadir gecesini Ramazan’ın 17. gecesinde 21. gecesinde ve 23. gecesinde arayınız!” buyurdu. Sonra sükût etti.”[61] Başka bir rivayette: “17. gecede araştırın, olmazsa 19. gecede araştırın!” demiştir.[62]
İbn-i Mes’ud'un (radıyallâhu anh) naklettiği bir hadiste de Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyuruyor: “Kadir gecesini Ramazan’dan 17 gece geçince talep edin. Çünkü o, Bedir günü sabahıdır ki Cenab-ı Mevla o gün hakkında şöyle buyurmuştur: “Eğer Allah’a ve iki ordunun karşılaştığı, hak ile batılın iyice açığa çıktığı o Bedir günü kulumuza indirdiğimiz âyetlere iman ediyorsanız, bu hükmü böylece kabul edeceksiniz.”[63] Yine Kadir gecesini 21. ve 23. gecelerde arayın. Çünkü o, tek sayılı bir gecededir.”[64]
Yirmi üçüncü gece
İbn-i Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: “Bir Ramazan ayında uykuda iken (rüyamda) bir yere geldim ve bana denildi ki: “Bu gece Kadir gecesidir.“ Bunun üzerine kalktım, yarı uykulu vaziyette Allah Resûlü’nün çadırının kazığa bağlandığı iplerine tutundum. Allah Resûlü’nün yanına geldiğimde O namaz kılıyordu. Geceye baktım, bir de ne göreyim, 23. gece!» (İbnü Abbas demiştir ki:) «Muhakkak ki şeytan, güneşle beraber hergün doğar, yükselir, ancak Kadir gecesi hariç. Güneş o gece şuasız olarak bembeyaz doğar.[65]
Abdullah İbn-i Üneys el-Cühenî (radıyallahu anh) anlatıyor: Bir defasında Allah Resûlü’nün yanına geldim ve Ey Allah’ın Resulü, benim taşrada evim var. Orada oturuyorum ve Allah’a hamdolsun namazımı da orada kılıyorum. Bana (Ramazanda ihya edeceğim) bir gece söyle de onu Medine’deki şu mescidine gelerek ihya edeyim; dedim. Bana “Yirmi üçüncü gece gel!” buyurdu. Ravi Muhammed İbn-i İbrahim dedi ki: Ben Abdullah İbn-i Üneys’in oğlu Damure’ye; “Baban o gece napardı?” diye sordum. “Babam o gece ikindi namazını kılınca mescidde kalırdı. Sabah namazını kılıncaya kadar herhangi bir ihtiyaç için dışarı çıkmazdı. Sabah namazını kıldıktan sonra mescidin kapısında bekleyen hayvanına biner taşradaki evine gelirdi.” cevabını verdi.[66]
Abdullah İbn-i Üneys (radıyallahu anh), Peygamber Efendimiz’e Kadir gecesinin ne zaman olduğunu sorduğunda, Allah Resûlü : “Ben onu (rüyamda) görmüştüm, fakat unuttum. Siz onu Ramazan’ın son 10 gününde arayınız.” Sonra tekrar aynı soruyu sorunca, şu cevabı verdi: “(Kadir) ânını Ramazan’ın 23. gecesinde araştırın.”[67]
Yine Abdullah İbn-i Üneys (radıyallahu anh) bizzat başından geçen şu vak’ayı anlatıyor: „Selimeoğullarının meclisinde bulunuyordum; içlerinde en genci ben idim. Onlar kendi aralarında “Kim bizim için Allah Resûlü’ne Kadir gecesini sormak için gider?” dediler. O esnada Ramazanın yirmi birinci gecesinin sabahı idi. Ben bu vazifeyi üzerime alıp yola koyuldum ve akşam namazında Allah Resûlü’ne kavuştum. Namazdan sonra hane-i saadetin önünde bekledim. Allah Resûlü yanıma gelince; “İçeri gir!” buyurdu. Hemen girdim. Önümüze akşam yemeği konuldu. Yemeğin az olmasından dolayı ben biraz geri durdum. Yemek bitince: “Bana ayakkabılarımı ver” buyurdu ve kalktı. Onunla birlikte ben de kalktım. Bana, “Bir ihtiyacın varmış gibisin” buyurdu. Ben, “Evet, Selimeoğullarından bir topluluk beni Sana gönderdiler. Sana Kadir gecesini sormak istiyorlar Ey Allah’ın Resûlü” dedim. Bunun üzerine: “Bu gece kaçıncı gece?” diye sordu. Yirmi ikinci, dedim. “İşte Kadir gecesi, bu gecedir” buyurdu. Sonra bana döndü ve yirmi üçüncü geceyi kast ederek; “Belki de gelen gecedir” buyurdu.[68] Peygamber Efendimiz’in kendisine sorulan sorulara açık ve net cevap vermeyişinin sebebini bu gecenin gizlenmesindeki hikmette aramak gerekir.
Said İbn-i Müseyyeb anlatıyor: Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), bir kısım ashabıyla beraber oturuyordu. “Size Kadir gecesini haber vereyim mi?” buyurdu. “Evet ya Rasulallah” dediler. Bunun üzerine bir saat kadar sustu ve “Ben size daha ne dedimse dedim. Ben onu biliyordum, fakat sonra bana unutturuldu. Hani biz şöyle şöyle bir yerde beraber bulunduğumuz gün var ya, o hangi gece idi?” diye sordu. (Yaptığı gazvelerden birisine ait bir gün.) “Gece gittik ve geri döndük” dediler. Neticede oradaki topluluğun ileri gelenleri o gecenin 23. gece olduğu mevzuunda isabet ettiler.”[69]
Yirmi yedinci gece
“Kadir gecesi yirmi yedinci gecedir.”[70]
“Kadir gecesini Ramazan’ın yirmi yedinci gecesinde aryınız.”[71]
Tabiininden Zir İbn-i Hubeyş anlatıyor: Ubey İbn-i Ka’b'a (radıyallâhu anh), Abdullah İbn-i Mes’ud (radıyallâhu anh): “Bütün sene geceleri kalkan kimse Kadir gecesine tesadüf edebilir diyormuş (ne dersiniz?).” diye sordum. Bana şu cevabı verdi: “Kendisinden başka ilâh olmayan Zat-ı Zülcelâl’e yemin olsun, Kadir gecesi Ramazan ayındadır. Ve o gece, Allah Rsûlü‘nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) bize kalkmamızı emrettiği gecedir, o da yirmi yedinci gecedir. Bunun, Resûlullâh‘ın bize haber verdiği, emaresi, o gecenin sabahında güneş şuasız yani beyaz ve ışınsız olarak doğar.”[72]
Abdullah İbn-i Mes’ud (radıyallahu anh) anlatıyor: Bir adam Allah Resûlü‘ne geldi ve “Kadir gecesin ne zaman?” diye sordu. Allah Resûlü: “ es-Sahbâvât[73] denilen yerde konakladığımız geceyi hatırlayanınız yok mu? İşte o gece Kadir gecesiydi, buyurdu. Abdullah: “Anam-babam sana feda olsun, ben (hatırlıyorum). Elimde hurmalar vardı ki, ben onlarla konaklama yerinin arkasında gizlice sahur yapıyordum, fecre kadar. Bu (hadise), Ay doğduğu zaman olmuştur.[74] Bir rivayette: “Bu (hadise), 27. gece olmuştu” şeklinde bir ziyadelik vardır.[75]
“Sahabe-i Kiram, devamlı olarak Kadir gecesini Ramazan ayının son 10 gününün 7. gecesinde (27. gece) olduğunu rüyalarında gördüklerini Peygamber Efendimiz’e anlatmışlardı. Onların öyle anlatmaları üzerine, Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Görüyorum ki sizin bu rüyalarınız birbirine denk düşüyor ve “Kadir gecesinin, Ramazan’ın 27. gecesi olduğu tevatür haline geldi. Şu halde her kim Kadir gecesini aramak isterse, onu Ramazan ayının son 10 gününün 7.sinde (yani 27. gecesinde) arasın.”[76]
Son on günün tekli gecelerinde
“Siz Kadir Gecesi’ni Ramazan’ın son 10 günü içerisindeki tek rakamlı gecelerde arayınız.”[77]
“Kadir gecesini Ramazan’ın son dokuz (21.gece), yedi (23.), beş (25.), üç (27.) veya son gecesinde arayın!”[78]
“Kadir gecesi Ramazan’ın son on veya yedi günündeki (21, 23, 25, 27.) tek gecelerden birisidir.”[79]
Ebû Zerr el-Gıfârî (radıyallâhu anh) anlatıyor : "Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), Ramazan'ın bitmesine bir hafta kalıncaya kadar bize farz dışında hiçbir namaz kıldırmadı. Ramazanın 23. gecesinde gecenin ilk üçte biri geçinceye kadar bize namaz kıldırdı. Ramazanın 24. gecesinde bize namaz kıldırmadı. Bir gün sonra, 25. gecesinde yine kıldırdı. Ben, "Ey Allah'ın Resûlü, gecenin kalan yarısında da bize namaz kıldırsaydınız." deyince, Allah Resûlü cevaben, "İmam namazı bitirinceye kadar onunla namaz kılmak, bütün geceyi ihya etmeye eş değerdir." buyurdu. Ramazan'ın 26'sında gecenin üçte birine kadar beklediğimiz hâlde, Allah Resulü bize namaz kıldırmadı. Ramazanın 27. gecesi Allah Resulü (sallallâhu aleyhi ve sellem), ailesini ve Ashabını topladı, bize bütün gece namaz kıldırdı. Namaz o kadar uzadı ki, biz sahur vakti geçecek sandık. Ramazan'ın geri kalan gecelerinde ise Peygamberimiz bize namaz kıldırmadı."[80]
Übade İbn-i Samit (radıyallhu anh) anlatıyor : Allah Resûlü’ne Kadir gecesiyle ilgili soru sorulmuştu. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle cevap verdiler: "Kadir gecesi, Ramazan ayında, son 10 günündedir; tekli gecelerden, 21., 23., 25., 27. veya 29. gecededir; ya da son gecededir. Kim Kadir gecesini inanarak ve ecrini bekleyerek kıyamla geçirir ise, geçmiş günahları affolunur. Kadir gecesinin emarelerinden bazıları şunlardır: O gece, parlak ve açık bir gecedir; aydınlık, saf/duru, sakin ve durgun/hareketsiz bir gecedir. Ne sıcaktır, ne de soğuktur (mutedildir). O gece (nurların bolluğundan dolayı gözyüzünde) parıldayan ışık saçan bir ay vardır. O gece sabaha kadar hiçbir yıldızın (şeytanları kovalamak üzere) bir göktaşı olarak atılmasına izin verilmez. Yine Kadir gecesinin alametlerinden bir tanesi şudur: O gecenin sabahında güneş, dik güneş ışınları olmaksızın (yakmaksızın) doğar, sanki ayın ondördü gibi, (yuvarlak bedir gecesi) dolunayı gibidir. Allah, şeytana o sabah güneşle birlikte (dünyaya) çıkmayı haram kılmıştır (onu her zaman yapabildiği bir işten mahrum bırakmıştır).[81]
Cabir İbn-i Abdillah, Resûl-i Ekrem’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu naklediyor: “Ben bu gece (rüyamda) Kadir gecesini (Ramazan’ın) son 10 günündeki tekli gecelerde olarak gördüm. Kadir gecesi, hoş, tatlı, parlak bir gecedir, ne soğuktur, ne de sıcaktır. O gece, ay ile birlikte şeytanı dışarı çıkmaz, ta fecrin aydınlığı doğana değin.”[82]
Son on beş günün tekli gecelerinde
“Kadir gecesini Ramazan’ın 17., 19., 21., 23., 25., 27. veya 29. gecelerinde arayın!”[83]
Sonuç olarak hadisi şeriflere bir bütün olarak baktığımızda nakledilen hadislerde Kadir gecesi olarak Ramazan ayının tamamına, son on gecesine ve özellikle son ondaki tekli gecelere 21, 23, 25, 27 gibi gecelere işaret edilmiştir. İmam Ebû Hanife’nin de bulunduğu kimi âlimlere göre hadis-i şeriflerde Kadir gecesiyle ilgili olarak geçen bu gibi sayılar, kıyamete kadar bütün seneler için geçerli değildir.[84] Yani Kadir gecesi Ramazan’ın içinde, bazı alimlere göre bütün bir senenin içinde dolaşmaktadır. Öyle ki, her Ramazan ayında farklı bir gece için takdir edilmesi ihtimali vardır. Bu itibarla naslarda Allah ve Resûlü tarafından hangi gece olduğu açıkça bildirilmeyen bu geceyi araştırma ve yakalamaya gayret etme hususunda da bizler için her konuda en kamil  rehber olan Efendimiz’i (sallallâhu aleyhi ve sellem) örnek alıp O’nun yaptığı gibi Ramazan ayının son on gününü ve gecesini itikâfta geçirmek suretiyle Kadir gecesini yakalamaya çalışmak gerekir.

KADİR GECESİNİN ÖZELLİKLERİ NELERDİR?
“Kadir gecesi açık ve mülayim bir gecedir. Soğuk ve sıcak değildir. Sabahında da güneş (ısısı ve ışığı) zayıf (bir vaziyette) ve kızıl (bir görüntü üzere) doğar.”[85]
“O gecenin şeytanı, fecir çıkana kadar ortaya çıkmaz.”[86]
“(O gece) fecrin doğuşuna kadar selam vardır.” Ayetine yapılan tefsirlerden bir tanesi de budur: Ebu Müslim'in görüşüne göre korkulu rüzgarlardan, yıldırımlardan ve bunlara benzer ezalardan salim olmasıdır.[87]
“Kadir gecesi açık bir gecedir. Sıcak ve soğuk değildir. Onda bulut yoktur, yağmur ve rüzgar yoktur. O gecede yıldızlar taşlanmaz. O gecenin sabahının alameti, güneşin şuasız doğmasıdır.”[88]
“Kadir gecesi, aydınlık/parlak ve rahat/açık bir gecedir. (Kadir sabahı) Güneşi şuasız olarak doğar.“[89]
Ebu Akreb el-Esedî anlatıyor: İbn-i Mes’ud (radıyallahu anh) evimize gelmişti. Şöyle dediğini işittik: “Allah ve Resûlü doğru söyledi.” Bunun üzerine ona hangi hususda olduğunu sordum. Bize şöyle dedi: “Kadir gecesi (Ramazan’ın) son yarısında yedidedir. Şöyle ki, o gün güneş, şuasız olarak bembeyaz vaziyette doğar.” Bunun üzerine ben de semaya baktım, bir de ne göreyim, tıpkı bana haber verildiği gibi. Bunun üzerine (sevinçten) tekbir getirdim.“[90]
Zirr İbn-i Hubeyş anlatıyor: "Ubey İbnu Ka'b (radıyallahu anh)'a dedim ki, "İbnu Mes'ud (radıyallahu anh): "Bütün sene geceleri kalkan kimse Kadir gecesine tesadüf edebilir diyormuş (ne dersiniz?)." Bana şu cevabı verdi: "Kendisinden başka ilâh olmayan Zat-ı Zülcelâl'e yemin olsun, Kadir gecesi Ramazan ayındadır. Ve o gece, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bize kalkmamızı emrettiği gecedir, o da yirmi yedinci gecedir. Bunun emâresi, o gecenin sabahında güneşin beyaz ve ışınsız olarak doğmasıdır."[91]

KADİR GECESİ DUASI NASILDIR?
Hazreti Âişe validemiz (radıyallâhu anhâ), Peygamber Efendimiz’e:
“Ey Allah’ın Rasûlü! Kadir Gecesi’nin hangi gece olduğunu bilecek olursam, o gece nasıl dua edeyim?” diye sormuş,
Fahr-i Kâinat Efendimiz de:
اللَّهُمَّ إِنَّكَ عُفُوٌّ كَرِيمٌ تُحِبُّ الْعَفْوَ فَاعْفُ عَنِّي
“Allah’ım! Sen çok affedicisin, kerem sahibisin affetmeyi seversin. Beni affet, bağışla!" diye dua et!” buyurmuştur.[92]



Dipnotlar:
[1] Kadir sûresi, 97/1-5.
[2] Duhân sûresi, 44/1-5.
[3] Bakara sûresinde de, Allah’tan bir hidayet, furkan ve beyyinât olan Kur’an’ın Ramazan ayında indirildiğini bildiren: “Ramazan ayı ki insanlığa bir rehber olan, onları doğru yola götüren ve hakkı batıldan ayıran en açık ve parlak delilleri ihtiva eden Kur’ân o ayda indirildi.”[3] âyet-i kerimede zımnen ve mefhumen[3] Kadir gecesinin fazileti dercedilmiştir.
[4] Fecr sûresinde ise mantuken zâhirî delaletle (44/1, 4) iki ayet, mantuken işarî delaletle[4] de iki ayet (44/2-3) Kadir gecesinden bahsetmekte ve üzerine yemin edilmektedir: 1. (Kadir gecesinin) Fecr(in)e, 2. O (Ramazan’ın son) on gece(si)ne, 3. Çifte ve teke, (yani tek ve çift gecelerine) 4. Akıp giden (yani o tek ve çiftli geceler içerisinde vakti her yıl değişmekte olan gizli kadir) gece(si)ne yemin olsun ki: Kıyamet gelecektir.” “Yemin olsun, andolsun fecre, on geceye, çifte ve teke, akıp giden geceye” şeklindeki kasemler, zâhir kasemdir. Çünkü “kasem edilen şey, kendisinde açıkça belirtilmiş”tir. Bu yemin, bazı müfessirlere göre Kadir gecesinin ehemmiyetini, azametini, şan ü şerefini gösterir; eğer bu kadar mukaddes olmasa idi üzerine yemin edilmezdi.
[5] Buhârî, Leyletu’l-kadr 1;Teravih 1; Müslim, Müsafirîn 173-176; Ebû Dâvûd, Salât 318; Tirmizi, Savm 83; Nesai, Sıyâm 39, Muvatta, Salât fi Ramazan 2.
[6] Şeddül-Mi'zer=İzarın bağlanması: Âlimler bununla, Resûlullah'ın son on günde hanımlarını terketmiş olduğunun kinâye edildiğini belirtirler. Böylece ibadete daha çok vakit ayırma imkânı aramış olmaktadır. İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 9/334-335.
[7] Buhârî, Fadlu Leyleti'l-Kadir 5; Müslim, İ'tikaf 8; Ebû Dâvûd, Salât 318; Tirmizi, Savm 73; Nesai, Kıyamu'l-Leyl 17.
[8] Buhârî, Leyletül–kadr 5; Müslim, İ'tikaf 7. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Ramazan 1; Nesâî, Kıyâmü'l–leyl 17; İbni Mâce, Sıyâm 57
[9] Tirmizi, Sıyâm, Hadis no: 795. Tirmizi: “Bu, hasen-sahih bir hadistir” demiştir. Müsned-i Ebi Ya’la, 1/282; Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 3/174; Taberânî, el-Evsat. Taberânî’nin isnadında Abdulgaffar ibn-i el-Kâsım vardır ki bu şahıs zayıftır. Ebu Ya’la’nın isnadı ise hasendir.
[10] Abdürrezzak, Musannef, 4/249 (7686), İbn-i Receb, Letâifü’l-Meârif, s.366.
[11] Buhârî, Teheccüt, Tevhid, 3/10; Müslim, Salâtü’l-Müsafirin, Hadis no: 775; Nesai, 3/205, 206; Ahmed İbn-i Hanbel, 1/77, 91, 112. Bkz. İbn-i Kesir, 3/90
[12] Hadis, Hz. Aişe’den ve daha başkalarından rivayet edilmiştir. İbnü Ebi Asım bu hadisi tahriç etmiştir. Ebu Bekir el-Hatib’in de bir tahrici vardır. Bkz. İbn-i Receb, Letâifü’l-Meârif, s.343-344.
[13] Buhârî, Fadlu Leylet'l-Kadr 2, 3, İtikaf 1, 9, 13; Müslim, Sıyâm 213, 215; Ebû Dâvûd, Salât 320, Ramazan 3; İbnu Mace, Savm, 56; Muvatta, İ'tikaf 9. Bazı rivayetlerde o günün Ramazan’ın 21. Günü olduğu nakledilir.
[14] Beyhaki tahriç etmiştir. Bkz. Suyutî, Dürrü’l-Mensur, 8/582
[15] Ahmed İbn-i Hanbel, 2/230; Nesai, Fazlü Şehri Ramazan, 4/129. İsnadı sahihtir. Bu hadisi, el-Bânî, “Sahih-i Süneni’n-Nesâî”sinde zikretmiştir, 2/455.
[16] İbn Mace. İsnadı hasen derecededir.
[17] İbn-i Receb, Letâifü’l-Mearif, s.370
[19] Bkz.: Kadir Sûresi, 97/1-6; Duhân Suresi, 44/1-5.
[20] Kadir Sûresi, 97/1-6.
[21] Kadir Sûresi, 97/1-6.
[22] Taberî, Câmiu’l-Beyan, 30/222.
[23] Kadir Sûresi, 97/3.
[24] İlgili hadis-i şerifler için bkz. Beyhaki, Sünen, 4/306; Suyuti, Dürrü’l-Mensur, 8/568.
[25] Suyuti, Dürrü’l-Mensur, 8/568; Tefsir-i İbn-i Kesir, 15/8540;Yazır, Hak Dini, 9/341.
[26] Razi, Mefatihü’l-Ğayb, 23/285
[27] Kevser, 108/1.
[28] Tirmizi, Tefsiru sureti (Kadr) 97/1; İbn-i Cerir, Taberânî, İbn-i Merdûyeh ve Delâil’inde Beyhakî’den naklen Bkz.Suyuti, Dürrü’l-Mensur, 8/569.
Bu hadisin ravilerinden Kasım İbnu'l-Fadl der ki: "Benî Ümeyye'nin iktidar müddetlerini ay olarak saydık, tam bin aydı, ne fazla ne eksik."
[29] Muvatta, İtikaf, 15, 6. Beyhaki’nin de tahriç ettiği bu hadisi, Ebu Mus’ab Ahmed İbn-i Ebu Bekr ez-Zührî, Mâlik’ten rivayet etmiştir. Bkz. Tefsir-i İbn-i Kesir, 15/8542.
[30] Yazır, Hak Dini, 9/345; Şatıbi, Muvafakat, 3/391.
[31] Kadir Sûresi, 97/1.
[32] Buhârî, Bed’u’l-vahy 1-3.
[33] Kadir Sûresi, 97/4.
[34] Kadir sûresi, 97/5; Duhân sûresi, 44/4.
[35] Kadr sûresi, 97/5-6.
[36] Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned, 2/519; Suyuti, Dürrü’l-Mensur, 8/579.
[37] İbn-i Mâce, Sıyâm, 39.
[38] İbün Ebi Şeybe tahriç etmiştir. Bkz. Suyuti, Dürrü’l-Mensur, 8/582.
[39] Suyûtî, Câmiu’s-Sagîr, 2/269.
[40] Hadis, Deylemî’de geçmektedir. Bkz. Suyuti, Dürrü’l-Mensur, 8/570
[41] Müslim, Sıyâm, 213.
[42] Buhârî, Fadlu Leyleti’l-Kadr, 2; Müslim, Sıyâm, 213.
[43] Gülen, Fasıldan Fasıla, 2/323.
[44] Buhârî, Leyleti’l-Kadr, 4; Müslim, Sıyâm, 217; Dârimî, Savm, 56. Hadisi, ayrıca İbnü Ebi Şeybe, Ahmed İbn-i Hanbel, Abdurrahman İbn-i Humeyd ve Beyhaki de tahriç etmişlerdir. Bkz. Suyuti, Dürrü’l-Mensur, 8/574.
[45] Ebu Dâvud, Salât, 324.
[46] Buhârî, Fadlu Leyletü'l-Kadr 3, İtikâf 1,14; Müslim, İtikaf 5, (1172); Muvatta, İtikaf 7, (1, 316); Tirmizî, Savm 71, (790); Nesâî, Mesâcid 18, (2, 44); Ebu Dâvud, Sıyâm 77, (2462, 2464); İbnu Mâce, Sıyâm 59; (1771).
[47] Buhârî, Leyletü'l-Kadr 3; Müslim, Sıyâm 219; Tirmizî, Savm 72; Muvatta’, İ’tikâf, 6.
[48] Buhârî, Leyletü’l-Kadr 2, 3; Ta’bir 8; Müslim, Sıyâm 208; Ebû Davud, Ramazan 2,3.
[49] Tefsir-i İbn-i Kesir, 15/8542.
[50] Müslim, Sıyâm, 208.
[51] Müslim, Sıyâm, 208 (1165).
[52] Ahmet İbn-i Hanbel, 1/240; Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 3/176.
[53] Buhârî, Leyletü'l–kadr 2, Teheccüd 21, Ta'bîr 8; Müslim, Sıyâm 205 –206; Muvatta, İ'tikâf 14, (1, 321); Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Ramazan 5; Tirmizî, Savm 71.
[54] “Kendisinde onlara vahyin indiği” ibaresi Muhammed İbn-i Nasr’ın kaydında mevcuttur. Bkz. Dürrü’l-Mensur, 8/572.
[55] Bu cümle Muhammed İbn-i Nasr’ın kaydında mevcuttur. Bkz. Dürrü’l-Mensur, 8/572.
[56] [56] İbn-i Hibban, 5/274; Hakim, Müstedrek, 1/437. Hadisi, Muhammed İbn-i Nasr tahriç etmiştir. Suyuti, Dürrü’l-Mensur, 8/572-573.
[57] “Pazartesi, hem doğduğum gündür, hem de üzerime nübüvvetin indirildiği gündür.” Müslim, Hadis no: 1162; Ahmed İbn-i Hanbel, 5/297, 299. (Ebu Katade ra.’den)
[58] Tarihü’l-İslam (el-Meğazî), s.57. Bkz. İbn Receb, Letâifü’l-Meârif, s.327; Ebû Dâvûd, Salât, Hadis no: 1384. Bkz. Câmiu’l-Usul, 9/255.
[59] Hadisi, İbnü Ebi Şeybe tahriç etmiştir. Bkz. Suyuti, Dürrü’l-Mensur, 8/581
[60] Ebû Dâvûd, Salât, Hadis no: 1384. Bkz. Câmiu’l-Usul, 9/255. Hadisin isnadı hasendir. Münzirî: “Bu hadisin senedindeki Hakîm İbn-i Seyf hakkında söylenti vardır.” demiştir.
[61] Beyhakî, es-Sünenü'l-kübrâ, 4/307.
[62] Ebû Dâvûd, Salât, Hadis no: 1384. Bkz. Câmiu’l-Usul, 9/255. Hadisin isnadı hasendir.
[63] Enfal sûresi, 8/41.
[64] Hadisi, Said İbn-i Mansur, İbnü Ebi Şeybe, Muhammed İbn-i Nasr, Taberani ve İbnü Merduyeh tahriç etmişlerdir. Bkz. Suyuti, Dürrü’l-Mensur, 8/580.
[65] Hadisi, İbnü Ebi Şeybe, Taberani, İbnü Merduyeh ve Delâil’inde Beyhaki tahriç etmişlerdir. Bkz. Suyuti, Dürrü’l-Mensur, 8/579. Bir kayıt ise şöyledir: Hz. İbn-i Abbas (ra) diyor ki: “Ben uyuyordum. Rüyamda birisi bana: “Kalk bu gece kadir gecesidir“ dedi. Ben hemen kalkıp Rasulullah’ın huzuruna gittim. O namaza başlamıştı. O gece 23. gece idi. Bkz. M. Zekeriya Kandehlevî, Fezâilü’l-A’mâl, s.603.
[66] Ebû Dâvûd, Kıyâmu Ramazan, 2.
[67] Kenzu’l-Ummal, Hadis No: 24045, 24082, 24083. Hadisi, Taberânî de kaydetmiştir. Bkz. Suyuti, Dürrü’l-Mensur, 8/573. Bu hadisi, İmam Malik, İbnü Sa’d, İbnü Ebi Şeybe, Ahmed İbn-i Hanbel, Müslim, İbnü Zencuyeh, Tahavî ve Beyhakî de Abdullah İbn-i Üneys’ten tahriç etmişlerdir. Üneys Kadir gecesini sormuştu. Dedi ki: Ben Rasulullah’tan işittim, “Onu gece(ler)de arayın!” O gece, 23. gecedir.” Bkz. Müslim, Hadis No: 1168.
[68] Ebû Dâvûd, Kıyamu Ramazan, 2.
[69] Abdürrezzak, Musannaf, 4/249; bkz. Fethu’l-Bâri’, 4/268.
[70] el-Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ; 4/312
[71] Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned, 2/221. Ayrıca, Bkz.: Müslim, Sıyâm, 220, 221; Ahmed İbn-i Hanbel, 1/240, 2/27; Mecmeu’z-Zevâid, 3/176.
[72] Müslim, Salâtu'l-musâfirîn 179, Sıyâm 219-220; Tirmizî, Savm 71, Tefsîr'us-sure 97/2; Ahmed İbn-i Hanbel, 1/406, 457; 5/130, 131, 132, 324.
[73] Sahbâvât: Hayber’e yakın bir mevkiinin adıdır.
[74] Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned, 1/376, 396, 453.
[75] Bu hadisi Ya’kûb ibn-i Şeybe, Müsned’inde tahriç etmiştir. et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr, 10/121; el-Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ, 4/312; Siyeru A’lâmi’n-Nübelâ, 12/476.
[76] Ahmet İbn-i Hanbel; Tahavî, Şerhu Meâni’l-Esrâr, 3/91. İmam Ahmet, bu hadisi Hammad İbn-i Zeyd’den, o Eyyub’dan, o Nâfi’den, o da İbn-i Ömer’den nakletmiştir. Tahavî, İbrahim İbn-i Merzuk’tan, o da Ârim’den nakletmiştir. Hanbel İbnü İshak da bu hadisi, Ârim’den, o da Hammad’dan alarak kaydetmiştir. Buhârî de bu hadisi, Ârim’den nakletmiştir. Fakat “7. gece” ifadesi olmaksızın, “son 10’da araştırsın” şeklindedir. (Fadlu Leyleti’l-Kadr, 4/256, Ta’bir, 12/379; Müslim, Sıyâm, Hadis No: 1165. Farklı rivayetler için Câmiu’l-Usûl, 9/243-244’e bakılabilir. Bkz. İbn-i Receb, Letâifü’l-Meârif, s.361; Abdülkadir Geylani, Gunyetü’t-Talibin, s.132.
[77] Buhârî, Leyletü'l-Kadir, 3; Müslim, Sıyâm, 212, 216. Hadisi ayrıca İbnü Merduyeh ve Beyhaki de kaydetmişlerdir. Bkz. Suyuti, Dürrü’l-Mensur, 8/573.
[78] Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned, 5/36, 39; Tirmizi, Savm, Hadis no: 794; Nesâi. Tirmizi “Sahih-Hasen bir isnatla gelmiştir” demiştir.
[79] Müslim, Sıyâm, 212, 215, 208; İbn Mace, Sıyâm, 56.
[80] Ebû Dâvûd, salât 318; Tirmizi,savm 81; İbn Mace,ikame 173.
[81] Ahmed İbn-i Hanbel, Müsned, 5/324, Ayrıca Bkz. Suyuti, Dürrü’l-Mensur, 8/571.
[82] Bu hadisi, Tehzib’inde İbn-i Cerir ve İbn-i Merduyeh Cabir İbn-i Abdillah’tan rivayet etmişlerdir. Bkz. Suyuti, Dürrü’l-Mensur, 8/571
[83] Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, 3/176; Taberânî, el-Evsat.
[84] Bkz.:Şeyh Nizamüddin ve Heyet, Feteva-yı Hindiyye, 1/216; Kadıhan, el-Feteva, 1/190; M. Sıddık Gümüş, Seadet-i Ebediye, s.343.
[85] Hadisi, Tayalisi, Muhammed İbn-i Nasr ve Beyhaki –ki zayıftır demiştir- tahriç etmişlerdir. Bkz. Suyuti, Dürrü’l-Mensur, 8/581;
[86] Sahih-i İbn-i Hibban, 5/277; Sahih-i İbn-i Huzeyme, 3/331 “Fecr aydınlanana kadar” kaydı ile.
[87] Yazır, Hak Dini, 9/346-348.
[88] Ahmed Ziyauddin Gümüşhanevî, Râmûzu’l-Ehâdîs, s.368.
[89] Hadisi, İbnü Ebi Şeybe tahriç etmiştir. Bkz. Suyuti, Dürrü’l-Mensur, 8/581.
[90] Ahmed Ziyauddin Gümüşhanevî, Râmûzu’l-Ehâdîs, s.307.
[91] Müslim, Müsâfırîn 179.
[92] Tirmizî, Deavât, 84.